ISSN 1307-8593 | E-ISSN 2458-9586
7tepe Klinik Dergisi - Yeditepe J Dent: 14 (3)
Cilt: 14  Sayı: 3 - 2018
1.
Kapak
Cover

Sayfa I

2.
2018-3 Cilt Tüm Dergi
2018-3 Vol Full Printed Journal

Sayfalar 1 - 163
Makale Özeti |Tam Metin PDF

ÖZGÜN ARAŞTIRMA
3.
Premolar çekimli ve çekimsiz tedavinin yüz yumuşak dokuları üzerine etkilerinin incelenmesi
The evaluation of premolar extraction and non-extraction treatments on facial soft tissues
Delal Dara Kılınç
doi: 10.5505/yeditepe.2018.40427  Sayfalar 7 - 11
GİRİŞ ve AMAÇ: Hastaların ortodontik tedaviye yönelmelerindeki majör gerekçelerin başında yüzlerinin daha güzel, daha estetik görünmesi isteği gelir. Bununla beraber ideal yüz estetiğini sağlayacak olan orto-dontik tedavi yönteminin çekimli mi, çekimsiz mi olması gerektiği konusu ortodonti literatüründe hala tartışmalı olan bir mevzudur. Bu çalışmanın amacı premolar çekimi yapılarak ve premolar çekimi yapılmadan tedavi edilen hastaların tedavi öncesi ve sonrası yumuşak doku profillerinin değerlen-dirme sonuçlarının kıyaslanması ile çekimin hastanın yüz yumuşak dokuları üzerindeki etkilerinin araştırılmasıdır. Çalışmanın sıfır hipotezi: çekimli tedavilerde ve çekimsiz tedavilerde yumuşak do-kularda elde edilecek tedavi öncesi ve sonrası sonuçlar arasında anlamlı farklılık olmayacağıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma toplam 28 hastanın (çekimli tedavi edilmiş 14 hasta ile çekimsiz tedavi edilmiş 14 hasta) tedavi öncesi ve tedavi sonrası sefalometrik filmleri üzerinde NLA (Nasolabial Açı), LMA (Labiomental Açı) açıları ve A'(Yumuşak Doku A Noktası), UL(Üst dudak en ön nokta-sı), LL (Alt dudak en ön noktası), B' (Yumuşak doku B noktası), Pog' (Yumuşak doku Pogonion), Gn' (Yumuşak doku Gnathion), Me' (Yumuşak doku Menton) parametrelerinin (True Vertical Line) TVL' a olan uzaklıklarının ölçülmesi ve bu değerlerin tedavi öncesi ve sonrası sonuçlarının kıyaslan-ması ile oluşturulmuştur.
BULGULAR: Çekimli ve çekimsiz ortodontik tedavinin yumuşak dokulara etkisini incelediğimiz bu çalışmada A' noktası, üst dudak ve alt dudakta istatistiksel olarak anlamlı sonuçlar ortaya çıkmıştır ve klinik olarak anlamlılık sadece çekimli grupta üst dudağın 2mm retraksiyonu nedeniyle görülebilir. Diğer değişiklikler klinik olarak anlamlı bulunamayacak ölçüde azdır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmanın sıfır hipotezi bir grup parametrede anlamlı farklılık oluştuğu için reddedilmiştir.
INTRODUCTION: The major motivation of orthodontic patients is always to have a more beautiful and more esthetic face. Nevertheless, it still is not a clear point in the orthodontics literature whether to extract or not to extract to achieve an excellent orthodontic treatment. The purpose of this study was to compare the effects of extraction and non extraction treatment on the soft tissue profiles of the premolar extraction and non extraction patients. The null hypothesis of the study was that, there was not a statistically difference between the results of extraction and non extraction groups.
METHODS: 14 extraction and 14 non extraction patients’ cephalometric films were evaluated. In all films NLA(Nasolabial Angle), LMA(Labiomental Angle) angles and A’(Soft Tis-sue), UL (Upper Lip Prominent Point), LL (Lower Lip Prominent Point), B’(Soft Tissue B), Pog’ (Soft Tissue Pogonion), Gn’ (Soft Tissue Gnathion), Me’ (Soft Tissue Menton) were evaluated ref-erenced to (True Vertical Line) TVL’.
RESULTS: Point A’ was statistically different in the compared groups and clinically significant retru-sion of lower lip was observed due to 2 mm retraction of the lower lip in the extraction group.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The null hypothesis was rejected because of statistically important differences in some parameters. Keywords: premolar, extraction, non extraction, soft tissue, profile

4.
Lazer kullanımının kök kanal dentini üzerine uygulanan adezivlerin bağlanma dayanımı üzerine etkilerinin incelenmesi
Assessment of effects of laser use on bond strength of adhesives applied on root canal dentin
Zeliha Gonca Bek Kürklü, Mehmet Emin Türköz
doi: 10.5505/yeditepe.2018.40412  Sayfalar 13 - 19
GİRİŞ ve AMAÇ: Post boşluklarına uygulanan üç aşamalı bir total-etch adezivin, iki aşamalı bir total-etch 535 adezivin, iki aşamalı bir self-etch primerin ve tek aşamalı bir self-etch adezivin Nd: YAG lazer uygulanarak ısıtılmasıyla bağlanma dayanımlarında bir farklılık oluşturup oluşturmadığı araştırılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Deneyde 64 adet üst kesici diş kullanıldı. Kök kanal preperasyonundan sonra kök kanal dolgusu yapıldı. Post boşluğu hazırlandıktan sonra 1. gruptaki örneklere tüm adezivler üretici 540 firma talimatları doğrultusunda uygulandı ve polimerize edildi. 2. grupta 1. gruptan farklı olarak sadece bond üzerine polimerizasyon öncesi Nd: YAG lazer (100 mJ/atım, 10Hz) uygulandı ve polimerize edildi. Bütün gruplarda kanal içine yapıştırma simanıyla post yerleştirildi. Her dişten kesit alındı ve push-out bağlanma dayanımları ölçü ldü. Bağlanma dayanımları değerleri ANOVA ve Tukey testleriyle analiz edildi.
BULGULAR: Nd: YAG lazer uygulanan ve uygulanmayan örneklerde en yüksek push-out bağlanma dayanımları sırasıyla CS3>SMP>SB>CSE' dir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Adeziv üzerine Nd: YAG lazer uygulaması kök kanal dentininde adezivlerin bağlanma dayanımını arttırmıştır.
INTRODUCTION: It was ascertained whether heating of a three-step total- etch adhesive, a two-step total-etch adhesive, a two-step self-etch primer, and a single-step self-etch adhesive by Nd: YAG laser application causes to any difference in bonding strength onto root canal dentin.
METHODS: Upper incisor teeth were used in this experiment. After canal preparation root canal filling was performed. After post space preparation in group 1 the same adhesives were applied onto the root canal dentin and then light-cured. In group 2, Nd: YAG laser (100 mJ/pulse,10 Hz) was applied on the adhesives before polimerization and then light-curing was done. In all groups, luting cement and post was placed in the canal and then light-cured. Sections were taken from each tooth and push-out bond strength was measured. Bond strength data were analyzed using ANOVA and Tukey tests.
RESULTS: Among the samples treated and not treated with Nd: YAG laser on adhesive, the highest push- out bonding strength was observed in order of CS3>SMP>SB>CSE.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In all groups, application of Nd: YAG laser on adhesive before polimerization increased push-out bond strength.

5.
Oküler protezlerde iris renginin oluşturulmasinda kullanilan yöntemlerin subjektif olarak değerlendirilmesi
The subjective evaluation of the methods used in the formation of iris color in ocular prostheses
Makbule Heval Şahan, Tuğrul Saygı, Engin Aras, Övül Kümbüloğlu
doi: 10.5505/yeditepe.2018.04796  Sayfalar 21 - 28
GİRİŞ ve AMAÇ: Göz küresi kaybını restore eden oküler protezler, hastanın fiziksel ve psikolojik sağlığının devam ettirilmesi ve sosyal uyumu için önemlidir. Sağlıklı gözün iris rengine benzer renkte iris oluşturularak hazırlanan estetik bir protez gözünü kaybetmiş olan hastanın toplumda kabul edilirliğini artırır. Bu çalışmada, iris renklendirilmesinde kullanılan dijital görüntüleme ve boyama yöntemleri 3 gözlemci tarafından subjektif olarak karşılaştırılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Oküler protez yapımı için Ege Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi’ne başvuran 36 hastaya etik kurul onayı alındıktan sonra ikişer adet oküler protez yapıldı. İrisleri renklendirmek için boyama ve dijital yöntemler kullanıldı. Boyama yönteminde zemin olarak 26 hastada resim kağıdı, 10 hastada ise asetat kağıdı kullanıldı. Protetik işlemler tamamlandıktan sonra renk karşılaştırılması için subjektif değerlendirilmeler yapıldı. Subjektif değerlendirmede, görsel renk değerlendirme cetveli kullanıldı. Oküler protezler, 3 gözlemci tarafından birbirinden bağımsız olarak, doğal göze yakınlık durumu açısından değerlendirildi. Elde edilen veriler SPSS 10.0 for Windows (1999 SPPS Inc., USA) (Statistical Package of Social Sciences) istatistik programında incelenmiştir.
BULGULAR: Gözlemcilerin boyama yönteminde kullanılan asetat ve resim kağıdı kullanılarak hazırlanan oküler protezleri için elde edilen verilere göre farkların istatistiksel olarak anlamlı olduğu gözlendi. (p<0.05)
TARTIŞMA ve SONUÇ: Gözlemci gruplarından elde edilen verilere göre, boyama yönteminin sağlıklı irisi taklit etmede dijital görüntülemeden daha iyi bir yöntem olduğu saptanmıştır. Kesin yargılar için daha çok sayıda hasta ve uzun dönem klinik takip gerekmektedir.
INTRODUCTION: Prostheses, restoring the ocular loss of patients are vitally important for the physical and psychological health management of the patient. An esthetic ocular prosthesis carrying an iris similar to the contralateral eye of the patient increases the patient’s tolerance to the prosthesis and society’s tolerance to the patient. In the present in vivo study, digital imaging and manuel painting methods used in iris coloration process are assessed by 3 observers.
METHODS: 36 patients were referred to the Department of Prosthodontics, Ege University School of Dentistry with a loss of eye. The study was performed in accordance with the principles of the Declaration of Helsinki. Each of them was made two different ocular prosthesis. In the iris coloring process, painting and digital methods were used. In the painting methods, for the 26 patient, painting paper was used as the base paper and acetate paper was used in the remaining 10 patient. Subjective assessments were conducted for color comparison after prosthetic procedures were completed. In the subjective assessment, a visual color evaluation scale was used. Ocular prostheses were evaluated in regards to their similarity to the natural eye randomly by 3 observers. Data were analyzed through SPSS 10.0 for Windows (1999 SPPS Inc., USA) (Statistical Package of Social Sciences).
RESULTS: The difference between the painting methods using painting paper and acetate were observed to be statistically significant according to the observers. (p<0.05)
DISCUSSION AND CONCLUSION: In this subjective evaluation, manuel painting technique was found to be a better method than digital imaging for the simulation of the healthy iris. More patients and long-term clinical follow-up are needed for definitive judgments.

6.
Dental implant cerrahisinde preoperativ ve postoperativ anksiyete durumunun değerlendirilmesi
Assessment of preoperative and postoperative anxiety in patients who undergo surgical procedures for tooth implants
Ulviyya Mammadova, Kemal Yamalık
PMCID: PMC14  doi: 10.5505/yeditepe.2018.68077  Sayfalar 31 - 36
GİRİŞ ve AMAÇ: Dental fobi dental implant cerrahisi için kontreendikasyon oluşturmamaktadır. Dental implant cerrahisi psikolojik ve fiziyolojik etkileri sonucunda nadiren heyati tehlike oluşturan, son der-cede stressli bir işlem olarak algılanan, uygulanması kolay ve iyileşme süresi kısa süren işlemler-dendir. Dolayısı ile bu işlemlerde hastalarda oluşan anksiyete daha ilgincdir. Çalışmanın amacı, dental implant cerrahisi uygulanan hastaların preoperatif ve postoperatif anksiyete durumunun değer-lendirilmesi ve cinsiyetin, yaşın, sosyodemografik faktörlerin, yapılacak dental implantın anatomik bölgesinin, tek implant, birden fazla implant ve implanta ek olarak sinus lift gibi durumların anksiye-te değeri üzerine etkisini araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmaya, dental implant cerrahisi planlanan yaşları 18 ila 70 arasında değişen 59 kadın, 42 erkek toplam 101 hasta dahil edilmiştir. Hastaların anksiyete seviyyesini değer-lendirmek için Durumluluk-Sürekli Kaygı Envanteri (STAI-I ve STAI-II), kullanılmıştır.
BULGULAR: Çalışmaya katılan hastalarda preoperatif ve postoperatif anksiyete durumu karşılaştırıldığında preoperatif aşamada tüm hastaların kaygı seviyelerinin yüksek olduğu gözlemlenmiştir. Yaş, cinsiyet, sistemik hastalıkların varlığı ile dental kaygı arasında anlamlı ilişki saptanmamıştır (p>0,05). Bununla birlikte; eğitim durumu ile dental anksiyete arasında ilişki oldugu tespit edilmiştir (p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada dental anksiyete gelişimini önlemede, en önemli faktörlerden birinin eğitim düzeyinin yükseltilmesi olduğu saptanmıştır. Hastaların minimum anksiyete seviyesinde tutulması işlemin hekim ve hasta için daha rahat gerçekleştirilmesini sağlayacaktır.
INTRODUCTION: Dental phobia is not a contraindication for oral implant therapy. The physical and, above all, psychological effects result in implant surgery being perceived as an extremely stressful experience, although such procedures are rarely life threatening, and recovery time is relatively short. Therefore, the question for the genesis and high prevalence of dental anxiety becomes even more interesting. The aim of this study, to compare statistically the anxiety level of patients who is planning to have dental implant surgery by their demographic features; numbers of dental implants; anatomic region; preoperative & postoperative evaluation done by the surgeon.
METHODS: There were 101 otherwise healthy patients included, 59 women, 42 men in between the age of 18 to 70 years old. İn this study to evaluate anxiety using the State-Trait Anxiety Inventory (STAI-I and STAI-II) who underwent surgical procedures for dental implants.
RESULTS: The results show that preoperative anxiety level were significantly high compare to posto-perative stage. Dental anxiety was not related to age, gender, sistemic diaseas (p>0,05). However, there was a relationship between education status and dental anxiety (p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In this study, it was ascertained that enhancing the educational level is one of the sig-nificant factors to prevent the dental anxiety development. Maintaining minimum levels of anxiety provides procedures to be more comfortable both for the patient and for the surgeon.

7.
AH Plus’ın geleneksel yöntem ya da PIPS aktivasyonu ile uygulanan yıkama solüsyonlarıyla muamele edilmiş kök dentini yüzeyini ıslatabilirliği
Wettability of AH Plus on root dentin treated with irrigation solutions with conventional methods or PIPS activation
Makbule Bilge Akbulut, Arslan Terlemez, Ahmet Burçin Batıbay
doi: 10.5505/yeditepe.2018.06978  Sayfalar 39 - 44
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu in vitro çalışmanın amacı; epoksi rezin içerikli kök kanal patının (AH Plus) sodyum hipoklorit (NaOCl), klorheksidin glukonat (CHX), etilendiamintetraasetik asit (EDTA) yıkama solüsyonlarının geleneksel yöntemle ya da foton indüklü fotoakustik dalgalanma (PIPS) aktivasyon tekniğiyle uygulandığı dentin yüzeyini ıslatabilirliğini değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma için 60 adet tek köklü diş hazırlandı ve dişler silikon ölçü maddesi içerisine sabitlendi. Silikon sertleştikten sonra dişler bukkolingual yönde dikey olarak iki parçaya ayrıldı. Bir yarım diş örneği tekrar silikon içerisine yerleştirildi. Örnekler 6 deney grubuna ayrıldı (n=10) ve şu yıkama prosedürleri uygulandı: Grup 1, NaOCl; Grup 2, CHX; Grup 3, EDTA; Grup 4, NaOCl+PIPS; Grup 5, CHX+PIPS; Grup 6, EDTA+ PIPS. İşlem görmeyen diğer yarım diş örneklerinden rastgele seçilen 10 tanesi kontrol grubu olarak kullanıldı ve distile su içerisinde bekletildi. Bir damla kök kanal patı her bir kuru dentin yüzeyine damlatıldı. Kanal patı ve kök dentini arasındaki temas açısı dinamik temas açısı ölçüm cihazıyla belirlendi. Veriler, tek yönlü varyans analizi ile istatistiksel olarak analiz edildi.
BULGULAR: Ortalama temas açısı değerleri NaOCl grubunda 60.93°, CHX grubunda 57.77°, EDTA grubunda 64,61° olup deney grupları ve kontrol grubunun temas açıları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p>0,05). Yıkama solüsyonlarının PIPS ile aktivasyonu AH Plus’ın ıslatma davranışını değiştirmemiştir (p >0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu in vitro çalışmanın sınırları dahilinde yıkama solüsyonunun türü ve uygulama metodu AH Plus’ın ıslatma davranışını etkilememiştir.
INTRODUCTION: The aim of this in vitro study was to evaluate the wetting behavior of epoxy-resin based sealer (AH Plus) on root dentine treated with sodium hypochlorite (NaOCl), chlorhexidine gluconate (CHX) and ethylene diamine tetra acetic acid (EDTA) with conventional methods or photon-induced photoacoustic streaming (PIPS) combination.
METHODS: Sixty single rooted teeth were prepared and fixed in silicone impression material. After setting, teeth were sectioned vertically on buccolingual direction. One half was removed and the other half was placed into the silicone. Then, the samples were divided into 6 groups (n=10) and following irrigation procedures were applied: Group 1, NaOCl; Group 2, CHX; Group 3, EDTA, Group 4, NaOCl+PIPS; Group 5, CHX+PIPS; Group 6, EDTA+PIPS. Untreated halves of randomly selected ten teeth were used as control and incubated in distilled water. One droplet of sealer was placed on each dried sample. Dynamic Contact Angle Analyzer was used to measure contact angle between sealer and root dentin. Data was statistically analyzed using the one-way ANOVA test.
RESULTS: The mean contact angle value was 60.93° in Na- OCl group, 57.77° in CHX group, 64,61° in EDTA group and there was no statistically significant difference between contact angles in experimental groups and control group (p>0,05). PIPS activation of irrigation solutions did not significantly change wetting behavior of AH Plus (p>0,05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Within the limitations of this in vitro study, wetting behavior of AH Plus on dentin, was not affected by the type of the irrigation solution or application technique.

8.
Uzamış stiloid proçes ile tonsillektomi ilişkisinin incelenmesi: Vaka Kontrol Çalışması
Investigation of the relationship between elongated styloid process and tonsillectomy: A Case Control Study
Melek Taşsöker, Sevgi Şener
doi: 10.5505/yeditepe.2018.77487  Sayfalar 47 - 51
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızın amacı literatürde stiloid proçes (SP) uzamasındaki nedenlerden biri olarak tartışılan tonsillektomi cerrahisinin SP uzaması ile ilişkisini belirlemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: İlk muayene amacı ile kliniğimize başvuran hastalar üzerinde gerçekleştirilen çalışmada, vaka grubunu 5 yıl ve daha fazla süre önce tonsillektomi operasyonu geçirdiğini belirten hastalar oluşturmuştur. Kontrol grubu tonsillektomi öyküsü olmayan bireylerden, vaka grubunun yaş ve cinsiyetleri göz önüne alınarak eşleştirme tekniği ile oluşturulmuştur. 24 vaka ve 24 kontrol olmak üzere 48 hasta uzamış SP açısından incelemeye alınmıştır. Ölçümlerde hastaların panoramik radyografileri kullanılmıştır. 30 mm üzeri ölçümlerde SP, uzamış kabul edilmiştir.
BULGULAR: Sağ ve sol SP uzunlukları vaka ve kontrol grubu arasında istatistiksel açıdan anlamlı ilişki göstermemiştir (p>0.05). Bununla birlikte sağ ve sol tarafta vaka grubunda SP uzunlukları daha fazladır. Sağ ve sol taraf ayrı ayrı incelendiğinde, sağ SP’nin uzamış olma durumu vaka ve kontrol grubu arasında anlamlı fark gösterirken (p<0.05), sol SP göstermemiştir (p>0.05). Yaş ve cinsiyet parametreleri ile SP uzamışlıkları arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki görülmemiştir (p>0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Tonsillektomi operasyonu boyun bölgesinde cerrahi bir travma oluşturması sebebiyle reaktif olarak SP uzamasında rol sahibi olabilir. Daha büyük çalışma grupları, bu sonucun doğrulanmasında faydalı olacaktır.
INTRODUCTION: Tonsillectomy discussed as one of the reasons for the elongation of the styloid process (SP) in the literature and the aim of this study was to determine the relationship between the tonsillectomy surgeon and SP elongation.
METHODS: The study performed on patients who applied to our clinic for initial examination. The case group consisted of patients who underwent tonsillectomy operation 5 or more years ago. The control group was formed by matching technique, taking into account the age and sex of the case group, from individuals without tonsillectomy. 48 patients, 24 cases and 24 controls, were examined for elongated SP. Panoramic radiographs of the patients were used in the measurements. SP measurements over 30 mm were considered to be elongated.
RESULTS: Left and right SP length did not show statistically significant relationship between case and control group (p>0.05). However, SP length is higher in the case group on the right and left side. When the right and left sides were examined separately, there was a statistically significant difference between the case and control group on the right SP elongation (p<0.05) while the left SP elongation did not show significant difference between case and control group (p>0.05). It was found that age and gender parameters did not effect on SP elongation (p>0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Tonsillectomy operation may have a role in SP elongation as a reactive cause of surgical trauma in neck region. Larger study groups will be useful for verification of these results.

9.
Farklı Seviyelerde Yapay Olarak Oluşturulmuş Horizontal Kök Kırıklarının Tespitinde İki Apeks Bulucunun Doğruluğunun Karşılaştırılması
Effectiveness of Two Apex Locators to Determine Simulated Horizontal Root Fractures
Dilara Arslan, Demet Altunbaş, Alper Kuştarcı
doi: 10.5505/yeditepe.2018.22755  Sayfalar 53 - 57
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı yapay olarak oluşturulan horizontal kök kırıklarının teşhisinde iki farklı elektronik apeks bulucu cihazın (Dentaport ZX and Rootor) etkinliğinin karşılaştırılmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 40 adet tek köklü çekilmiş daimi diş her bir grupta 20 adet olmak üzere 2 guruba ayrıldı. 0.25 mm kalınlığında elmas separe kullanılarak köklerin orta ve apikal üçlü hizasında horizontal kırık hatları oluşturuldu. Aljinat model içine yerleştirilen kökler üzerinde her iki apeks bulucu ile horizontal kırık hatlarının tespiti 10 K eğesi kullanılarak yapıldı. Gerçek ölçümler aynı eğe kullanılarak stereomikroskop (SMZ 800, Nikon, Tokyo, Japan) kullanılarak tespit edildi. Gerçek ve elektronik ölçümler arasındaki fark hesaplandı. İstatistiksel incelemelerde Mann-Whitney U ve Wilcoxon Eşleştirilmiş İki Örnek Testi testleri kullanıldı.
BULGULAR: Dentaport ZX ve Rootor apeks bulucuların orta ve apikal horizontal kırık seviyelerinde elektronik ve gerçek ölçümlerin farklarının ortalamaları sırası ile -0.12 ± 0.27; 0.09 ± 0.38; -0.10 ± 0.25; 0.18 ± 0.53 mm’dir. Dentaport ZX orta horizontal kırık seviyesinde 18 örnekte ve apikal horizontal kırık seviyesinde 19 örnekte, Rootor ise orta horizontal kırık seviyesinde 12 örnekte ve apikal horizontal kırık seviyesinde 11 örnekte gerçek ölçümlere kıyasla ±0,5 mm içerisinde tespitler yapmıştır. Her iki kırık seviyesinde Dentaport ZX ile Rootor’a ait ölçüm değerleri arasındaki farklılık istatistiksel olarak önemli bulunmuştur (p<05). Ancak Dentaport ZX ile Rootor gruplarının kendi içerisinde orta ve apikal kırık seviyeleri ölçüm değerleri arasında istatistiksel farklılık tespit edilmemiştir (p>.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Dentaport ZX ile yapılan ölçümler gerçek ölçümlerden daha kısa tespit edilirken, Rootor ölçümleri daha uzun tespit edilmiştir. Ayrıca ±0.5 mm içerisinde elde edilen ölçüm sayısı Dentaport ZX’de Rootora göre daha fazladır. Bu koşullar altında; Dentaport ZX ile yapılan ölçümlerin daha kabul edilebilir olduğunu söyleyebiliriz.
INTRODUCTION: The aim of this study was to evaluate in vitro the effectiveness of the two different electronic apex locators (Dentaport ZX and Rootor-EALs) in locating simulated horizontal root fractures.
METHODS: Forty extracted human single-rooted teeth with mature apices were randomly divided into two groups of 20 teeth each. An incomplete horizontal fracture was simulated by preparing a with a 0.25 mm thick disk in the middle and apical portion of the root and the teeth were mounted in an alginate mold. The electronic measurements (ELs) of the simulated root fractures were established with a size 10 K-file by each EAL in both fracture levels. The actual canal lenghts (ALs) were measured under a stereomicroscope. The ALs were subtracted from the ELs of the fractures. The data were analyzed using the Mann-Whitney U and the Wilcoxon signed-rank tests at a significance level of P <.05.
RESULTS: The mean differences between the ELs and ALs were -0.12 ± 0.27; 0.09 ± 0.38; -0.10 ± 0.25; 0.18 ± 0.53 mm in the Dentaport ZX and Rootor groups and middle and apical horizontal fracture levels, respectively. The Dentaport ZX performed measurements within ±0.5 mm in 18 and in 19 samples while the Rootor performed in 12 and in 11 samples, middle and apical horizontal fracture levels respectively. Statistically, significant differences were found among the EALs at both horizontal fracture levels (P <.05). However; no statistically significant differences were found between the fracture levels in each of the EALs (P >.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The Dentaport ZX measurements were shorter than ALs whereas the Rootor measurements were longer than Als. Furthermore, the number of measurements obtained within ± 0.5 mm in Dentaport ZX is more than that of Rootor. Under the conditions of this study, the Dentaport ZX group showed an acceptable determination of the horizontal root fracture.

10.
Diş Hekimliği Fakültesi Öğrencilerinin Beden ve Organ Bağışına Bakışı
Attitudes of Dental Students Towards Body and Organ Donation
İzem Mağazacı, Mete Büyükertan, Ömer Uysal, Hüseyin Avni Balcıoğlu
doi: 10.5505/yeditepe.2018.35220  Sayfalar 59 - 65
GİRİŞ ve AMAÇ: Medikal teknolojinin sunduğu yüksek imkanlarla birlikte tıbbi pratiğin geldiği aşamada artık kalp, akciğer, karaciğer, böbrek, barsaklar, pankreas gibi organların transplantasyonu son derece yüksek bir başarıyla gerçekleştirilmektedir. Bu yüksek başarı, doğal olarak artan bir talebi de beraberinde getirmektedir. Ancak talebe cevap verebilmek için öncelikli koşul yeterli bağışın sağlanabilmesidir. Bununla da bağlantılı olarak; yüksek donanımlı tıp fakültelerine ve donanımlı hekimlere olan ihtiyaç da artmakta olup kaliteli eğitim için gerekli materyalin sağlanması zorunluluğu doğmaktadır. Kaliteli tıp eğitiminin en önemli eğitim materyallerinden kadavraya olan ihtiyaç son yıllarda iyice belirginleşmiştir. Toplumda, eğitimde kullanılmak üzere kadavra olarak bedenini ve transplantasyon için organlarını bağışlama düşüncelerini etkileyen birçok faktör vardır. Bu faktörler yaş, din, kültür, kişilik, eğitim seviyesi, ölüm görüşü, beden imajı, önceki bağış deneyimleri, insani endişeler, etik kriterler olarak sıralanabilir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada, İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi öğrencilerinin organ bağışı ve kadavra konularına yaklaşımı incelenmektedir. Anket sorularının cevaplanmasında öğrencilerin edindikleri diş hekimliği eğitiminin belli bir farkındalık düzeyi oluşturup oluşturamadığına dair bir yorumlamayı mümkün kılabilmesi açısından katılımcıların ilk 2 sınıf ve son sınıf olarak gruplandırılması planlanmıştır.
BULGULAR: Eğitim seviyesindeki artışın organ ve kadavra bağışının gerekliliğinin farkındalığı gözlenmiştir. Genel anlamda organ bağışına verilen destek yüksek oranda izlenmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Katılımcıların, kadavra kullanımının bilimsel araştırmalarda ve tıp eğitiminde gerekliliğine dair olumlu görüşlerine rağmen; beden bağışına verdikleri desteğin düşük oranda olduğu saptanmıştır.
INTRODUCTION: With the help of the current situation of medical practice due to the advanced level of medical technology, the transplantation of organs such as heart, lungs, liver, kidneys, intestines, pancreas is performed with a very high success rate. This high success rate naturally results in increasing demand for operations. But sufficient donations are a prerequisite for meeting the demand. As a result of this the need for full-fledged medical schools and qualified doctors increase and the necessity of providing required equipment for high quality education arises. The need for cadaver as a training material for a high quality medical education has become evident in the recent years. There are numerous factors affecting the society’s outlook on cadaver donations for educational use and organ donations for transplantation. These factors can be categorized as age, religious views, culture, personality, level of education, views on death, body image, previous donation experiences, humanly worries, ethical criteria. This study aims to discuss dental students’ outlook at Istanbul University on cadaver and organ donation.
METHODS: It is intended to classify the survey participants as juniors and seniors in order to find out whether the dental education of students causes an awareness on the subject when answering the survey questions
RESULTS: It is observed that with the increase in level of education comes the increase in awareness of necessity of cadaver and organ donation. Support for organ donation on the average is observed at high rates.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Despite their positive outlook on the necessity of the use of cadaver in scientific researches and medical education, a low level of support for body donation is observed among the participants.

11.
Diş hekimliği öğrencilerinin pedodonti kliniğine ilişkin metaforik algıları
Metaphorical perceptions of dental students towards pediatric dentistry clinic
Burak Buldur, Çiğdem Çukurcu, Özge Nur Güvendi, Mevlüt Kayabaşı, Merve Nur Aydın
doi: 10.5505/yeditepe.2018.41636  Sayfalar 67 - 72
GİRİŞ ve AMAÇ: Metaforlar, insanların belirli bir olguya ilişkin algılarının daha detaylı bir şekilde betimlenmesinde kullanılan güçlü araçlardır. Bu araştırmanın amacı, diş hekimliği öğrencilerinin pedodonti bölümüne ilişkin algılarını metaforlar aracılığıyla belirlemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma grubu kolaylama örnekleme ile seçilen 441 diş hekimliği fakültesi öğrencisinden oluştu. Katılımcılara, "Pedodonti Kliniği....... gibidir, çünkü............." ifadesi doldurtuldu. Pedodonti bölümüne ilişkin üretilen metaforların hangi kavramsal kategoriler altında toplandığı, bu kavramsal kategoriler arasında katılımcıların cinsiyet ve sınıflarına (preklinik veya klinik) göre anlamlı farklılık olup olmadığı incelendi. Araştırmada nitel ve nicel veri toplama tekniklerinin birarada kullanıldığı karma metod kullanıldı.
BULGULAR: Araştırma sonuçlarına göre öğrencilerinin pedodonti bölümüne ilişkin ürettiği metaforlar 4 kavramsal kategoriye ayrıldı. Bunlar: 1) Eğitici bir yer, 2) Korkutucu bir yer, 3) Tedavi edici bir yer, ve 4) Oyun alanı gibi bir yer olarak pedodonti bölümü. Cinsiyet yönünden gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p>.05). Sınıf seviyesine göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p<.05). Klinik öğrencileri daha çok eğitici ve tedavi edici kategorilerinde yüksek dağılım gösterirken, preklinik öğrencileri ise korkutucu ve oyun alanı kategorilerinde yüksek dağılım gösterdi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Metafor analizi ile yapılan bu çalışmanın diş hekimliği öğrencilerinin algılarının belirlenmesinde faydalı bir ölçüm aracı olduğu görüldü.
INTRODUCTION: Metaphors are strong tools used in describing the perceptions of people about a certain phenomenon in detail. The aim of this study was to determine the perceptions of dental students towards pediatric dentistry clinic (PDC) through metaphors.
METHODS: The study group consisted of 441 dental students (DS) who were selected by convenience sampling method. The participants were asked to fill in gaps in the statement “PDC is like ………, because ………”. The conceptual categories under which the metaphors produced about PDC were investigated and also examined whether there were any significant differences between these conceptual categories in terms of the genders and grades (preclinical or clinical) of the participants. The mixed method including the quantitative and qualitative data collection techniques was used for statistical analysis.
RESULTS: DS produced 320 valid metaphors under a total of 17 sample metaphors that best reflect all of them. The metaphors were collected under 4 conceptual categories which are; PDC is like; 1) an educative place; 2) a curative place; 3) a playground place; and 4) a scary place. No statistically significant differences were found between the groups in terms of gender (p>0.05). A statistically significant difference was found between the groups in terms of grades (p<0.05). While clinical dental students showed a heavy distribution in educative and curative categories, preclinical dental students showed a distribution mostly in scary and playground category.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Metaphor analysis was seen as a beneficial measurement tool in determining the perceptions of the dental students.

12.
Jüvenil idiyopatik artritli hastalarda temporomandibular eklem tutulumu ve ağız diş sağlığı bulguları
Oral health and temporomandibular joint involvement of patient with juvenile idiopathic arthritis
Figen Eren Giray, Başak Durmuş, Ferhan Ertuğral, Müferet Ergüven, İlknur Tanboğa
doi: 10.5505/yeditepe.2018.55265  Sayfalar 73 - 79
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, İstanbul'daki büyük bir eğitim-araştırma hastanesine gelen ve JIA teşhisi konmuş çocuk hastaların ağız ve diş sağlığı durumlarını ve TME tutulumlarını değerlendirmek ve yaş ile cinsiyet eşleşmesi yapılmış sağlıklı çocuklar ile karşılaştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Araştırmada, JIA teşhisi konmuş 35 çocuk hasta ile yaş ve cinsiyet eşleşmesi yapılmış 35 sağlıklı çocuk dahil edilmiştir. Yapılan muayenede demografik verilerin yanında çürük indeksi (DMFT ve dmft), TME bulguları (disfonksiyon, ağrı, ses, kısıtlı hareket), yüz karakteristikleri (mikrognati, retrognati, anterior open-bite) ve ilaç tedavileri kaydedilmiştir. Oral hijyen, 3 standart epidemiyolojik indeks (gingival index, plak indeksi ve oral temizlik indeksi) ile değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Çalışma yaşları 6 ile 16 arasında değişmekte olan, 28’i (%40) erkek ve 42’si (%60) kız olmak üzere toplam 70 çocuk üzerinde yapılmıştır. Çocukların yaş ortalaması 10,28±3,49 yıldır. JIA grubu ile kontrol grubu arasında çürük açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır. JIA grubunda kontrol grubuna göre yüksek oranda ağrı, ses ve kısıtlı hareket gözlenmiş, ancak aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. JIA grubunun gingival indeks düzeyi, kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu sonuçlar, JIA’ nın multidisipliner yönetiminde düzenli ağız-diş sağlığı hizmetinin rolünü vurgulamaktadır.
INTRODUCTION: The aim of this study was to evaluate the oral health conditions and TMJ involvement of the children diagnosed with JIA attending an education and research hospital in Istanbul and to compare them with age and gender matched healthy controls.
METHODS: The study included 35 children diagnosed with JIA and 35 age- and sex-matched healthy controls. In addition to demographic data, dental caries index (DMFT and DMFT), TMJ abnormalities (dysfunction, pain, voice, restricted movement), facial characteristics (micrognathia, retrognathia, anterior open bite) and used drug were recorded. Oral hygiene was assessed with 3 standard epidemiological indices (gingival index, plaque index and oral hygiene index).
RESULTS: The study was conducted on 70 children, aged between 6 to 16, 28 (%40) male and 42 (%60) female. The mean age of the children was 10.28 ± 3.49 years. There was no statistically significant difference between the JIA group and the control group in terms of caries. According to the control group, JIA group showed higher rates of pain, voice and restricted movement, but the differences between the groups were not found statistically significant. The gingival index level of the JIA group was found statistically significantly higher than the control group.
DISCUSSION AND CONCLUSION: These results emphasize the role of regular oral and dental health care in the multidisciplinary management of JIA.

13.
Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’ne başvuran çocuk hastalarda Hepatit B, C ve HIV seroprevalansı
Seroprevalence of Hepatitis B, C and HIV of children patients referred to Erciyes University Faculty of Dentistry
Zeynep Aslı Güçlü, Zekiye Hidayet, Dilek Günay Canpolat, Fatma Doğruel
doi: 10.5505/yeditepe.2018.33043  Sayfalar 81 - 84
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu tanımlayıcı araştırmada Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Pedodonti Anabilim Dalı’ na başvuran ve tedavileri genel anesteziyle yapılmış olan 0-15 yaş arası çocukların hepatit B, hepatit C ve HIV seroprevalanslarının saptanması amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Erciyes Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Pedodonti Anabilim Dalı’na 2014 Ocak - 2017 Haziran tarihleri arasında başvurmuş, dental tedavileri genel anestezi altında gerçekleştirilmiş, rutin kan tetiki bulunan 0-15 yaş arası toplam 3350 çocuk çalışmaya dâhil edilmiştir. Çocuk hastanesine yönlendirilerek hepatit B yüzey antijeni (HBsAg), hepatit B yüzey antikoru (anti-HBs), hepatit C antikoru (anti-HCV) ve HIV antijen-antikor (HIV Ag/Ab) ve değerleri tespit edilmiş olan hastaların sonuçları değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Çalışmaya alınan çocukların sadece 2 (%0.0005)’ sinde HBsAg pozitifliği ve 1 (%0.0002)’ inde anti-HCV pozitifliği tespit edilmiştir. Araştırmada anti-HIV pozitif olan çocuk olmadığı saptanmıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada Kayseri ili ve çevresindeki çocuklarda hepatit B, hepatit C ve HIV enfeksiyon düzeyinin konuyla ilgili yapılan diğer çalışmalara kıyasla daha düşük olduğu bulunmuştur. Hepatit B enfeksiyonundaki düşüşün Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen aşılama programının bu yörede başarılı bir şekilde devam ettiği ve anne-babaların konuyla ilgili bilinç düzeylerinin artması bu düşüşte etkili olmuş olabilir.
INTRODUCTION: The purpose of this descriptive study was to determine seroprevalence of hepatitis B, hepatitis C and HIV among children aged 0-15 years whom were applied to Erciyes University Faculty of Dentistry Department of Pedodontics treated under general anesthesia.
METHODS: The children aged 0-15 whom were applied to Erciyes University Faculty of Dentistry, Department of Pediatric Dentistry for dental treatment under genereal anestehesia and have routine blood test from Jan 2014 to June 2017, were included in the study. Test results were obtained from pediatric hospital for hepatitis B surface antigen (HBsAg), hepatitis B surface antigen (anti-HBs), hepatitis C antibody (anti-HCV) and HIV antigen-antibody (HIV Ag / Ab).
RESULTS: Only 2 (%0.0005) HBsAg positivity and 1 (%0.0005) anti-HCV positivity were detected in the study. There were no anti-HIV positive children in this study.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The cases of hepatitis B, hepatitis C and HIV infection in Kayseri province and surrounding area, were lower than other related studies. It could be said that the increase of parents knowledge and national vaccination program run by Ministry of Health might have successful effect to reduce hepatitis B infection.

14.
Supernumere dişler ne sıklıkta görülürler? Retrospektif radyografik pilot çalışma
Supernumerary teeth, how often do we meet them? A pilot retrospective and radiographical study
Fatih Cabbar, Muammer Çağrı Burdurlu, Çınar Kulle, Berk Tolonay, Akanay Çopuroğlu, Ata Mert Yasa, Rukiye Ceren Beker, Özge Şen, Sait Emre Kalaycıoğlu, Can Karakurt, Süeda Doğrusöz, Büşra Kara
doi: 10.5505/yeditepe.2018.93585  Sayfalar 85 - 89
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, her bir hastanın panoramik radyografisini inceleyerek, süpernümere dişleri olan hastaların sıklığını ve klinik özelliklerini değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya Üniversite Diş Hastanesi hastalarının toplam 30066 panoramik radyografisi dahil edildi. Her hasta, süpernümere dişler için miktarına, dişlenme tipine, lokalizasyonlarına ve morfolojilerine göre sınıflandırıldı. Hastaların demografik verileri de kaydedilerek birlikte değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmaya katılan hastaların %45'i erkek, %54'ü kadındı ve yaş ortalaması 39,32±18,71 idi. Supernümere dişleri olan 163 hasta vardı (%0,056). Süpernumer dişler için erkek / kadın oranı 1,33: 1 idi. Erkeklerde kadınlardan anlamlı derecede daha fazla bulundu (p <0,05). Maxillanın mandibuladan %59 daha sık etkilendiği görüldü. Supernümere olan 163 dişten ek morfoloji en sık %39,5 idi. 30 yaşın altındaki hastalarda diğer yaş gruplarına göre daha fazla supernümere diş vardı (p <0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada supernümere dişlerin çoğunluğu 30 yaşın altındaki erkeklerde görüldü, en sık maksillada ve suplemental morfolojide izlendi.
INTRODUCTION: The aim of this study is to evaluate the frequency and clinic charecteristics of patients with supernumerary teeth by examining each patient’s panoramic radiography.
METHODS: A total of 30066 panoramic radiographies of the University Dental Hospital patients were included in the study. Each patient was classified according to the quantities, dentition characteristics, locations, and morphologies for their supernumerary teeth. Demographic data of the patients were also recorded.
RESULTS: Of the patients participated in the study, 45% were male and 54% were female, with the mean age of 39.32±18.71. There were 163 patients with supernumerary teeth (0.056%). Male/female ratio for supernumere teeth was 1.33: 1. Males were significantly more than in females (p<0.05). Maxilla was more frequently affected than mandibula by 59%. Of the 163 supernumarary teeth, supplemental morphology was the most frequent by 39.5%. There were significantly more supernumerary teeth observed under the age of 30 years than other age groups (p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The majority of supernumerary teeth in this study were present in males under the age of 30 years, had supplemental morphology, and were located in the maxilla.

15.
Rekürrent aftöz stomatitli hastalarda ağız sağlığına bağlı yaşam kalitesinin değerlendirilmesi
The evaluation of oral health related quality of life in patients with recurrent aphthous stomatitis
Esma Kürklü Gürleyen, Kadriye Peker, Gülsüm Ak
doi: 10.5505/yeditepe.2018.63308  Sayfalar 91 - 96
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, rekürrent aftöz stomatitli (RAS) hastalarda ağız sağlığına bağlı yaşam kalitesinin değerlendirilmesi ve belirleyenlerinin tespit edilmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu kesitsel çalışmanın örneklemini RAS tanısı konulan gönüllü 85 hasta oluşturmaktadır. Veriler sosyo- demografik, davranışsal, klinik değişkenler ile Ağız Sağlığı Etki Ölçeği (OHIP-14)’nin yer aldığı anket formu aracılığı ile toplanmıştır. Ülserlerin klinik özelliklerinin değerlendirilmesinde Ülser Şiddeti Skorlaması (USS) kullanılmıştır. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistik, Mann-Whitney U test, Spearman korelasyon katsayısı ve çoklu doğrusal regresyon analizi kullanılmıştır.
BULGULAR: Çalışmada 35’i kadın (%41,2), 50’si erkek (%58,8), ortalama yaşı 39,17±14,29 olan toplam 85 hasta yer almaktadır. Cinsiyet (p=0,001) ve medeni durum (p=0.044) açısından OHIP-14’ün psikolojik rahatsızlık alt ölçeğinde anlamlı fark bulunmuştur. Çalışma durumu, eğitim, sigara ve alkol kullanımı açısından OHIP-14 toplam puan ve alt ölçek puanlarında anlamlı fark saptanmamıştır. İkili analizlerde, OHIP-14 toplam puanı ile aile öyküsü, ülser süresi, sıklığı, ağrı düzeyi, toplam USS skoru ve hastalık süresi arasında anlamlı ilişki bulunmuştur. Çok değişkenli regresyon analizinde; USS toplam puanı (ß=0.635; p<0,001), ağız sağlığı algısı (ß=0.285; p<0,05) ve medeni durum (ß=0.232; p<0.05) yaşam kalitesindeki toplam varyansın %25’ini açıklayan en önemli belirleyen olarak bulunmuştur.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Minör RAS’lı hastalarda ağız sağlığına bağlı yaşam kalitesinin en önemli belirleyeni olarak USS, ağız sağlığı algısı ve medeni durum bulunmuştur. Rutin klinik uygulamalarda OHIP-14’ün, ağız sağlığı algısı, sosyo-demografik özellikler ve USS’nin sübjektif sağlığın ölçümlenmesinde birlikte kullanılması fayda sağlayacaktır.
INTRODUCTION: The aim of the study was to assess the oral health-related quality of life in patients with recurrent aphthous stomatitis (RAS) and to determine its predictors.
METHODS: The study sample of this cross-sectional study was 85 volunteers with RAS. Data was collected via a questionnaire including socio-demographic, behavioral and ulcer characteristics and Oral Health Impact Profile 14 (OHIP-14). Ulcer characteristics was evaluated by using Ulcer Severity Score (USS). Data analysis was performed by using descriptive statistics, Mann-Whitney U test, Spearman correlation coefficients and the multiple linear regression.
RESULTS: A total of 85 patients of whom 35 were females (%41.2), 50 were males (%58.8) with a mean age of 39.17±14.29 years were enrolled. Regarding the psychological discomfort domain of OHIP-14 gender and marital status were statistically significant. There was no statistical significance in OHIP- 14 total score and its domain scores in terms of working status, education, tobacco and alcohol consumption. In bivariate analyses, significant differences were found among OHIP-14 total score and family history, ulcer duration, frequency, level of pain, total USS and disease duration. In the multivariate analysis, total USS, self-perceived oral health and marital status were found to be the most important predictors, accounting for 25 % of the variance in the OHIP-14 scale.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The most important predictors of oral health quality of life in patients with minor RAS are total USS, patients’ perceived oral health and marital status. The use of OHIP-14 together with the self-perceived oral health, socio-demographic characteristics and USS will provide benefit to assess patients’ subjective oral health in routine clinical practice.

16.
Mandibular gömülü üçüncü molar dişler ile mandibular kanal arasındaki ilişkinin dental volümetrik tomografi ile değerlendirilmesi
Evaluation of the relationship between an impacted mandibular third molar and the inferior alveolar canal using cone-beam computed tomography
Mohammed Ghazı Allan Salahaldın, Berkem Atalay
doi: 10.5505/yeditepe.2018.40326  Sayfalar 99 - 103
GİRİŞ ve AMAÇ: Oral cerrahide inferior alveolar sinirin korunması çok önemlidir; Bu nedenle, anatomik pozisyonu, cerrahi müdahalelerden önce kesin olarak tanımlanmalıdır. Konik ışınlı bilgisayarlı tomografi (KIBT), sınırlı bölgelerde doğru yüksek çözünürlüklü görüntüler sağlayabilir, böylece inferior alveolar kanalın (İAK) yolunu ve diğer anatomik yapılarla ilişkisini bulmak için kullanılabilir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu retrospektif çalışmaya İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Oral ve Maksillofasiyal Cerrahi Anabilim Dalı'na Kasım 2015-Mart 2016 tarihleri arasında başvuran 100 hasta dahil edildi. Her bir katılımcıdan mandibular üçüncü molar dişlerin değerlendirilmesi için panoramik radyografi ve KIBT alındı. Olgular mandibuler üçüncü molar dişleri ile panoramik radyografi ve KIBT'deki İAK arasındaki anatomik ilişkiye göre sınıflandırıldı. Veriler, Tukey testi kullanılarak karşılaştırıldı.
BULGULAR: Mandibular üçüncü molar diş ve İAK incelendiğinde, İAK'nın 62 olguda 1 mm'den daha yakın olduğu ve 28 olguda mesafenin 1-2 mm arasında olduğu saptanmıştır. Mesafenin 2 mm'den fazla olduğu 10 olguda İAK ve dişler birbirine karışmamıştır. Bulgularımız İAK'nın retromolar bölgeden molar bölgeye indiğini ve premolar bölgeye çıktığını gösterdi. Bukkal kemik molar bölgede daha kalın iken, lingual kemik, premolar bölgede daha kalındır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: KIBT, inferior alveolar sinir hasarını önlemek için oral ve maksillofasiyal cerrahi işlemlerden önce yararlıdır.
INTRODUCTION: Protection and preservation of the inferior alveolar nerve are very important during oral surgery; therefore, the anatomical course should be identified precisely before surgical interventions. Cone-beam computed tomography (CBCT) can provide accurate, high-resolution images in limited regions thus can be used to locate the pathway of the inferior alveolar canal (IAC) and its relation to the other anatomical structures.
METHODS: This retrospective study included 100 patients who referred to İstanbul University, Faculty of Dentistry, Department of Oral and Maxillofacial Surgery between November 2015-March 2016. Panoramic radiograph and CBCT were taken for each participant to evaluate impacted mandibular third molar (IMTM). The cases were classified, according to the anatomical relationship between the mandibular third molars and the IAC on panoramic radiograph and CBCT. Data were compared using the Tukey test.
RESULTS: When the IMTM and IAC were examined, it was determined that ın 62 cases IAC was closer than 1 mm and in 28 cases the distance was between 1-2 mm. IAC and teeth did not associate in 10 cases where the distance was more than 2 mm. Our findings showed that the IAC descended from the retromolar region to the molar region and ascended to the premolar region. The buccal bone is thicker in the molar region, whereas the lingual bone is thicker in the premolar region.
DISCUSSION AND CONCLUSION: CBCT is useful before oral and maxillofacial surgery procedures to avoid inferior alveolar nerve injury.

17.
Monolitik Zirkonya - Rezin Siman Bağlantısına Farklı Yüzey İşlemlerinin Etkisi
Effect of Various Surface Pretreatments on Monolithic Zirconia-Resin Cement Bonding
İpek Çağlar, Sabit Melih Ateş, Fatih Mehmet Korkmaz, Zeynep Yeşil Duymuş
doi: 10.5505/yeditepe.2018.04880  Sayfalar 105 - 110
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, monolitik zirkonya restorasyonlara uygulanan kumlama ve farklı içerikli primerlerin monolitik zirkonya ile rezin siman arasındaki bağlantı dayanımına etkisini incelemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 10 mm çapında 3 mm yüksekliğinde 50 adet disk şeklinde monolitik zirkonya örnek rastgele 5 gruba ayrıldı (n=10): Grup 1, kontrol grubu; Grup 2, Al2O3 ile kumlama; Grup 3, kumlama+Monobond Plus uygulaması; Grup 4, kumlama+Z-Prime Plus uygulaması; Grup 5, kumlama+Alloy Primer uygulaması olarak belirlendi. Örneklerin işlem gören yüzeylerine kompozit rezin siman polimerize edildi. Simantasyon işlemi sonrası örnekler 24 saat distile suda bekletildi ve üniversal test cihazı ile makaslama bağlanma dayanımı testi uygulandı. Sonuçların istatistiksel analizi tek yönlü ANOVA ile yapıldı ve sonrasında Tukey HSD testi kullanılarak gruplara ait ortalamalar karşılaştırıldı. Sonuçlar a=0.05 için anlamlı kabul edildi.
BULGULAR: En yüksek makaslama bağlantı dayanım değerini grup 4 (14.67 ± 1.78 MPa) gösterirken, en düşük makaslama bağlantı dayanım değerini grup 1 (2.05 ± 0.58 MPa) gösterdi. Primer uygulanan gruplar kumlama ve kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek makaslama bağlantı dayanım değerleri gösterdi (p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Fosfat monomer içerikli primer kullanımının kumlama ile kombine edilmesi monolitik zirkonya ile rezin siman arasındaki bağlantı dayanım değerini arttırabilmektedir.
INTRODUCTION: The aim of this study was to evaluate the effect of sandblasting and different type of primer on the shear bond strength of monolithic zirconia and resin cement.
METHODS: 50 disk-shaped (10 mm diameter and 3 mm thickness) monolithic zirconia was prepared and randomly divided in 5 groups (n=10): Group 1, control; Group 2, sandblasting with Al2O3; Group 3, sandblasting+Mono- Bond Plus application; Group 4, sandblasting+Z-prime Plus application; Group 5, sandblating+Alloy Prime application. The treated surface of specimens were bonded with composite resin cement. After cementation specimens were stored in distilled water for 24 h and shear bond test was performed by universal test machine. All data were analyzed by using one-way ANOVA, after means compared with Tukey HSD test. Results were significant for a=0.05.
RESULTS: Group 4 revealed the highest shear bond values (14.67 ± 1.78 MPa), and the lowest shear bond values were revealed at Group 1 (2.05 ± 0.58 MPa). Priming groups were showed significantly higher shear bond strength values than control and sandblasting group (p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Using phospate monomer containing primer combine with sandblasting can be improved the shear bond strength between monolithic zirconia and resin cement.

OLGU RAPORU
18.
Çocuk hastada bilateral mandibular kondil kırığı ve tedavisi: Bir Olgu Sunumu
A bilateral mandibular condylar fracture in a child patient: A Case Report
Gökhan Gürler, Çağrı Delilbaşı, Emine Öğüt
doi: 10.5505/yeditepe.2018.08769  Sayfalar 113 - 117
Mandibula kondil kırıkları ciddi komplikasyonlara neden olabilen maksillofasiyal yaralanmalardır. Kesin bir tedavi yöntemi olmayıp farklı parametreler ve cerrahların kişisel tecrübeleri açık veya kapalı yöntemlerin tercih edilmesinde belirleyicidir. Özellikle çocuk hastalarda kapalı yöntem, açık yönteme oranla daha çok tercih edilmektedir. Bu olgu sunumunda, düşme sonrası kliniğimize başvuran 4 yaşındaki kız çocuğunda tespit edilen izole bilateral mediale deplase subkondiler kırığın, okluzyonu yükseltilmiş Essix plak ve elastikler yardımıyla tedavisi ele alındı. Erken dönemde uygulanan fizik tedavi ve 4 hafta süresince yapılan haftalık kontrollerde Essix plağın posterior oklüzal yüzeyinin kademeli olarak aşındırılmasıyla normal okluzyon sağlandı. Düzenli aralıklarla yapılan 3,5 yıllık takipte herhangi bir komplikasyon, gelişim bozukluğu veya çene hareketlerinde problem gözlemlenmedi.
Mandibular condyle fractures are maxillofacial injuries that can cause serious complications. There is not a definite treatment modality, but the different parameters and the experience of the surgeon determine the choice of open or closed methods. Especially in pediatric patients, closed method is more preferred than open method. In this case report, the treatment of isolated bilateral medially displaced subchondral fracture with an Essix plate with increased posterior occlusion and elastics in a 4-year-old girl who admitted to our clinic after fall was discussed. Early occlusion was provided by early physical therapy and gradually grinding the posterior occlusal surface of the Essix plate at weekly controls during 4 weeks. There was no complication, developmental disability, or jaw movement problems at 3.5-year follow-up at regular intervals.

19.
Protezle ilişkili travmatik ülser ile karışan skuamöz hücreli karsinom: Bir Olgu Sunumu
Squamous cell carcinoma confused with denture-related traumatic ulcer: A Case Report
Duygu Ölmez, Nursel Akkaya, Sema Dural
doi: 10.5505/yeditepe.2018.42714  Sayfalar 119 - 122
Yüzey epitelinden kaynaklanan skuamöz hücreli karsinom ağız bölgesinde en sık görülen malign tümördür. Kronik sigara kullanımı, alkol tüketimi, radyasyon ve onkojenik virüsler etiyolojik faktörler olarak tanımlanmaktadır. Bununla birlikte, tütün ve alkol kullanmayan hastalarda da ortaya çıkabilmektedir. Doku uyumu bozuk protezlerin oluşturduğu kronik irritasyonun etiyolojide rol oynayıp oynamadığı konusu ise tartışmalıdır. Klinik olarak sıklıkla ağrısız ülserler biçiminde oluşabileceğinden, proteze bağlı oluşan travmatik ülserler ile karıştırılması olasıdır. Bu raporda, proteze bağlı travmatik ülser gibi tedavi edilmeye çalışılmış, iyileşmemesine karşın malign karakterde olma olasılığı göz ardı edilmiş olan bir skuamöz hücreli karsinom olgusunun klinik ve radyografik bulguları sunulmuştur. Diş hekimleri özellikle protez kullanan yaşlı hastalarda ağız kanserlerinin görülme riskinin yüksek olması nedeniyle dikkatli olmalıdır. Erken tanı hayati önem taşıdığından, iki hafta içinde iyileşmeyen lezyonlar malignite yönünden değerlendirilmelidir.
Squamous cell carcinoma, originating from surface epithelium is the most common oral malignant tumor. Chronic smoking, alcohol consumption, radiation and oncogenic viruses are defined as etiologic factors. On the other hand, it may also occur in patients who do not use tobacco and alcohol. The issue of the chronic irritation of ill-fitting dentures playing a role in etiology is controversial. Clinically, it may be confused with denture-related traumatic ulcers, as it can often occur in the form of painless ulcer. This report presents the clinical and radiographic findings of a squamous cell carcinoma that has been tried to be treated like a denture-related traumatic ulcer but has not been considered as a malignant lesion. Dentists should be cautious, especially in elderly patients who use dentures because of the high risk of having oral cancers. Since early diagnosis is very important, lesions that do not heal within two weeks should be evaluated for malignancy.

DERLEME
20.
Maddenin dördüncü hali: Plazma ve atmosferik basınçlı soğuk plazmaların diş hekimliğinde kullanımı
The fourth state of matter: Plasma and applications of atmospheric pressure cold plasmas ın dentistry
Diğdem Küçük, Utku Kürşat Ercan, Serhat Köseoğlu
doi: 10.5505/yeditepe.2018.09609  Sayfalar 125 - 136
Maddenin 4. hali olan plazma içerdiği aktif plazma bileşenleri; pozitif ve negatif iyonlar, elektronlar, fotonlar, ultraviyole, uyarılmış atomlar veya moleküller, radikaller, nötral atom veya moleküller sayesinde sanayide, endüstride, gıda mühendisliği ve tekstil gibi birçok alanda kullanılmaktadır. Tıp ve diş hekimliğinde canlı dokularda zarar oluşturmaksızın dezenfeksiyon sağlanması ve yara iyileşmesinin hızlandırılması hala güncel ve önemli bir konudur. Plazmanın bir çeşidi olan atmosferik basınçlı soğuk plazmalar ısıl etki oluşturmaksızın dezenfeksiyon, hücre-doku biyostimülasyonu, yüzey modifikasyon ve/ veya aktivasyon etkinliklerini gerçekleştirmektedir. Bu derleme yazısında plazma hakkında genel bilgiler verildikten sonra tıpta, diş hekimliğinde ve periodontolojide atmosferik basınçlı soğuk plazmaların kullanımı anlatılmıştır.
The fourth state of matter, plasma, contains active components such as: positive and negative ions, electrons, photons, ultraviolet, stimulated atoms/molecules, radicals and neutral atoms/molecules. Plasmas are used in many different industries including food and textile engineering. In medicine and dentistry, disinfecting and ensuring rapid regeneration of living tissue without harm is an emerging isssue. One variety of plasma referred as atomospheric pressure cold plasma, accomplishes disinfection, cell-tissue biostimulation, surface modification and/or activation without producing thermal effects. In this review we aim to provide general information about plasma, and how it is essential in understanding the utilization of atmospheric pressure cold plasma in medicine, dentistry and periodontology.

21.
Dudak-damak yarıklı bireylerde görülen doğumsal ve gelişimsel problemler
Congenital and developmental problems seen in patients with cleft lip and/or palate
Nilüfer İrem Tunçer, Alev Yılmaz
doi: 10.5505/yeditepe.2018.85047  Sayfalar 139 - 149
Dudak ve/ya damak yarıkları (DDY) kraniyofasiyal bölgenin en sık görülen doğumsal defektlerinden biridir. Yumuşak ve sert dokuları her üç boyutta etkileyen bu anomali, büyüme ve kraniyofasiyal yapıların hareketiyle dördüncü bir boyut da kazanır. Anne karnında teşhis edildiği an itibariyle başlayan, oral bölgeyle sınırlı görünüp vücudun diğer pek çok bölgesini etkileyen bu anomali hem DDY’li birey hem de aile için zorlu ve uzun bir süreçtir. Bu bireylerde sıklıkla rastlanan problemler; beslenme problemleriyle ilişkili büyüme ve gelişim anomalileri, solunum problemleri, orta kulak enfeksiyonları, konuşma ve öğrenme problemleri, normalden sapmış nazomaksiller, pterygomaksiller ve farengeal anatomi ile ilişkili problemler, maksiller sinüs oluşumunda görülen problemler ve sinüzit, dental problemler, tükürük yapısındaki farklılıklar, oral ve nazal halitozis, oral kandida kolonizasyonu, oral hijyen ve periodontal sağlıkla ilgili problemler, psikolojik ve nörolojik problemler ve DDY’nin eşlik ettiği diğer anomalilerdir. Bireyin gerek yaşamsal fonksiyonlarını gerekse de hayat kalitesini önemli ölçüde etkileyen bu problemlere yönelik doğru ve etkili bir tedavi yaklaşımı sunabilmek için hekimin görülmesi muhtemel bütün doğumsal ve gelişimsel anomalilere hâkim olması gerekir.
Cleft lip and/or palate (CL/P) is one of the most frequently-seen congenital malformations of the craniofacial region. Affecting both hard and soft tissues in all 3 dimensions, CL/P achieves a fourth dimension with growth and displacement of the craniofacial structures. Although it seems to be limited with the orofacial region, it affects many other body parts and is a very compelling and lasting period starting with the prenatal diagnosis. Common problems encountered in these patients are growth and developmental anomalies associated with nutritional problems, respiratory problems, otitis media, speech and learning disorders, problems related with abnormal nasomaxillary, pterygomaxillary and pharengeal anatomies, maxillary sinus malformation and sinusitis, dental problems, differences in saliva composition, oral and nasal halitosis, oral candidiasis, problems with oral hygiene and periodontal health, psychological and neurological problems, and CL/P-accompanied anomalies. Therefore, it is mandatory to have a solid grasp of all the potential congenital and developmental anomalies affecting the CL/P patient’s quality of life besides vital functions, in order to offer an accurate and effective health service.

22.
Diş hekimliğinde günübirlik cerrahi anestezisi
One a day surgery anesthesia in dentistry
Adnan Noyan
doi: 10.5505/yeditepe.2018.38257  Sayfalar 151 - 163
Diş Hekimleri her zaman korkan veya mental özürlü hastaları tedavi ederler. Bu hastalar çok dikkatli seçilmelidir çünkü yandaş hastalıkları da vardır. Günübirlik anestezi uygun fiyat ve kolay çözümler içerdiğinden ve güvenli olmasından dolayı tercih edilir yöntemdir. Bu yöntemi uygulayacak ekip ve ekipman akredite edilmiş olmalıdır. Ekip elemanları mutlaka diş hekimliğinde günübirlik anestezi konusunda bilimsel gelişmeleri izlemelidir. Hastaların anestezi öncesi değerlendirilmesinde günübirlik anestezi ekibi hastalarla iyi iletişim kurmalı ve hastanın sıkıntılarını anlama açısından etkili olmalıdır. Bu makalenin amacı, genel anestezinin diş hastalıklarını nasıl etkilediğinin anlaşılması için bir temel oluşturmak ve diş sağlığı çalışanlarına yardımcı olmaktır.
Dentists always treat frightened and mentally disabled patients. These patients have contagious disease as they have been chosen carefully. One a day anaesthesia offers reasonable price and convenient solutıons. The patients prefer this popular method increasingly because of patients safety. For thıs process We are accredited team with reliable equipments. These two perfecting each other. The team must follow scientific devolopments about anaesthesia in dental disease. Accurate patient evaluation requires effective communication with patients by ensuring complete patient comprehension by questions, enhanced listening skill of the doctor and efective team communication. The aim of this article is to provide a basis for the understanding of how general anaesthesia influence dental disease and to help dental health workers.

LookUs & Online Makale