ISSN 1307-8593 | E-ISSN 2458-9586
7tepe Klinik Dergisi - Yeditepe J Dent: 17 (3)
Cilt: 17  Sayı: 3 - 2021
1.
2021-3 Cilt Tüm Dergi
2021-3 Vol Full Printed Journal

Sayfa I

2.
Kapak
Cover

Sayfa II

3.
İçindekiler
Contents

Sayfa III

ÖZGÜN ARAŞTIRMA
4.
Üçüncü molar dişlerin retrospektif olarak incelenmesi
Retrospective investigation of third molar teeth
Merve Sarı
doi: 10.5505/yeditepe.2021.96636  Sayfalar 154 - 158
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, üçüncü molar dişlerin gömülülük durumlarını, açısal pozisyonlarını ve sürme seviyelerini radyografik olarak incelemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya yaş aralığı 18-72 arasında değişen 553 hasta dahil edildi. Üçüncü molar dişlerin gömülülük durumu Venta ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmaya uygun olarak incelendi. Dişlerin açısal pozisyonları Winter sınıflamasına göre, sürme seviyeleri ise Archer’in yapmış olduğu sınıflamaya göre değerlendirildi.
BULGULAR: 553 hastada 886’sı üst (%49,46) ve 905’i alt (%50,53) üçüncü molar diş olmak üzere 1791 diş incelendi. 1791 dişin 1076’sı (%60,07) sürmüş, 462’si (%25,79) gömülü ve 253’ü (%14,12) yarı gömülüdür. Üçüncü molar dişlerde en çok gözlenen açısal pozisyonlar sırasıyla vertikal (%60,97), distoangular (%19,76), mezioangular (%13,23), horizontal (%5,58) ve bukkolingual pozisyondur (%0,44). Üçüncü molar dişlerde en çok görülen sürme seviyesi A seviyesi (%65,71) iken en az görülen C seviyesidir (%15,68).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Oral ve maksillofasiyal cerrahinin temel yapıtaşlarından olan üçüncü molar dişlerin çekimi, çene cerrahlarının en sık yaptığı operasyondur. Bu yüzden bu dişlerin gömülülük durumlarının, pozisyonlarının ve sürme seviyelerininin belirlenmesi önemlidir. Böylece üçüncü molar dişlerin tedavi planını doğru şekilde yapmak ve bu dişlerin çekimi esnasında meydana gelebilecek komplikasyonları minimalize etmek mümkündür.
INTRODUCTION: The aim of this study is to radiologically examine the impaction status, positions, and eruption levels of the third molar teeth.
METHODS: In this study, 553 patients with an age range of 18-72 were included. Third molar teeth’s impaction status were examined according to Venta et al. Third molar teeth’s angular positions were evaluated according to Winter classification. The eruption levels of these teeth were evaluated according to the classification made by Archer.
RESULTS: 1791 teeth, 886 upper (49.46%) and 905 lower (50.53%) third molar teeth were examined in 553 patients. There were 1076 (60.07%) erupted, 253 (14.12%) half-erupted and 462 (25.79%) impacted of 1791 teeth. The most common angular positions in the third molar teeth are vertical (60.97%), distoangular (19.76%), mesioangular (13.23%), horizontal (5.58%) and buccolingual position (0.44%). The most common eruption level in the third molar teeth is A level (65.71%) while the least common is C level (15.68%).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The extraction of third molar teeth is the most common operation performed by oral and maxillofacial surgeons. That is why it is important to determine the impaction status, positions, and eruption levels of their teeth. Thus, it is possible to accurately determine the treatment planning of third molar teeth and to minimize the complications that may occur during the extraction of these teeth.

5.
Smoothielerin nano kompozit rezinlerin mikrosertlik ve renk değişimi üzerine etkisi
The effect of smoothies on the microhardness and color change of nano composite resin
Burcu Oğlakçı, Leyla Fazlıoğlu, Ayşenur Tunç, Zümrüt Ceren Özduman, Evrim Dalkılıç
doi: 10.5505/yeditepe.2021.45822  Sayfalar 159 - 165
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, smoothielerin nano kompozit rezinlerin mikrosertlik ve renk değişimi üzerine etkisini araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: İki farklı tipte nano kompozit rezin kullanılmıştır: nano hibrit(Charisma Topaz, Kulzer GmbH) ve supra- nanohibrit kompozit rezin(Estelite Asteria, Tokuyama Corp.) Toplam 120 adet disk şeklinde kompozit rezin örnek, teflon kalıplar (4x2 mm) kullanılarak hazırlanmıştır (N=60). Tüm örnekler, LED ışık cihazı kullanılarak polimerize edilmiş (1000 mW/cm2) ve bekletilme içeceklerine göre 4 alt gruba ayrılmıştır: pembe smoothie, avokadolu smoothie, portakal suyu ve distile su. İçeceklerde bekletilme öncesi ve sonrası, mikrosertlik değerleri (n=5), Vickers sertlik cihazıyla ve renk değerleri( n=10) ise spektrofotometre ile ölçülmüştür. Mikrosertlik ve renk değişim verileri, Kruskal Wallis, Dunn, iki yönlü varyans ve Bonferroni testleri kullanılarak değerlendirilmiştir (p<0.05).
BULGULAR: Tüm içecekler Estelite Asteria’nın mikrosertlik değerlerinde azalmaya neden olurken; sadece avokadolu smoothie Charisma Topaz’ın mikrosertlik değerlerinde azalmaya neden olmuştur. İçecekler kıyaslandığında; Charisma Topaz için; distile su, avokadolu smoothieye göre istatistiksel olarak daha fazla mikrosertlik değişimine neden olurken(p<0.05); Estelite Asteria için içecekler arasında istatistiksel olarak bir fark bulunmamıştır(p>0.05). Charisma Topaz için, avokadolu smoothie ve distile su, portakal suyuna kıyasla istatistiksel olarak daha fazla renk değişimine neden olurken (p<0.05); Estelite Asteria için avokadolu smoothie, pembe smoothie ve distile suya kıyasla istatistiksel olarak daha fazla renk değişimine neden olmuştur (p<0.05). Kompozit rezinler kıyaslandığında; portakal suyunda bekletme sonrası, Estelite Asteria, Charisma Topaz’a göre istatistiksel olarak daha fazla mikrosertlik değişimi göstermiştir(p<0.05). Ayrıca, distile suda bekletme sonrası, Charisma Topaz, Estelite Asteria’ya kıyasla istatistiksel olarak daha yüksek mikrosertlik ve renk değişimi göstermiştir (p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Smoothieler, her iki kompozit rezinde benzer mikrosertlik değişimine neden olmuştur. Ayrıca, nanohibrit kompozit rezinde smoothieler arasında renk değişimi açısından fark gözlenmemişken; supra-nanohibrit kompozit rezinde avokadolu smoothie, pembe smoothieye kıyasla daha fazla renk değişimine neden olmuştur.
INTRODUCTION: The purpose of this study was to investigate the effect of smoothies on the microhardness and color of nano composite resins.
METHODS: Two different nanocomposite resins were used: nanohybrid (Charisma Topaz, Kulzer GmbH) and supra-nanohybrid composite resin(Estelite Asteria, Tokuyama Corp.). Total 120 disc-shaped composite resin specimens were prepared using teflon molds (4x2 mm) (N=60). All specimens were polymerized with LED light curing unit(1000mW/cm2) and subdivided into 4 groups according to the immersion beverages: pink smoothie, avocado smoothie, orange juice and distilled water. Before and after immersion in beverages, Vickers hardness tester and spectrophotometer were used to measure the microhardness (n=5) and color (n=10) values. Microhardness and color change data were analyzed with Kruskal Wallis, Dunn, two-way variance and Bonferroni tests (p<0.05).
RESULTS: All beverages caused the reduction in microhardness values for Estelite Asteria while only avocado smoothie caused the reduction in microhardness values for Charisma Topaz. When comparing the beverages, distilled water caused statistically higher microhardness than avocado smoothie for Charisma Topaz (p<0.05); while no significant differences were found for Estelite Asteria (p>0.05). Avocado smoothie and distilled water caused statistically higher color change than orange juice for Charisma Topaz (p<0.05); while avocado smoothie caused statistically higher color change than pink smoothie and distilled water for Estelite Asteria (p<0.05). When comparing the composite resins, after immersion in orange juice, Estelite Asteria showed statistically higher microhardness change than Charisma Topaz (p<0.05). Besides, after immersion in distilled water, Charisma Topaz showed statistically higher microhardness and color change than Estelite Asteria (p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Smoothies caused similar microhardness changes for both composite resins. Besides, no differences in color change were observed among the smoothies for nanohybrid composite while avocado smoothie caused higher color change than pink smoothie for supra-nanohybrid composite.

6.
Premaksillada nadir bilinen bir anatomik oluşum: Canalis sinuosus
A rare known anatomical structure in the remaxilla: Canalis sinuosus
Melike Güleç, Sevgi Özcan, Kaan Orhan, Melek Taşsöker
doi: 10.5505/yeditepe.2021.82997  Sayfalar 166 - 170
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmanın amacı canalis sinuosus (CS) olarak bilinen maksillar anterior bölgedeki anatomik yapının konik ışınlı bilgisayarlı tomografi (KIBT) ile incelenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 258 bireye ait (116 erkek, 142 kadın) KIBT görüntüleri retrospektif olarak taranmış, CS varlığı incelenmiştir. Alveolar kemik seviyesinde sonlanan en az bir kanalın görülmesi durumunda CS var olarak kodlanmıştır. CS ile yaş, cinsiyet ve bulunduğu konum arasındaki ilişki belirlenmiştir. Verilerin analizi için SPSS V.21 yazılımı (IBM Corp., Armonk, NY, USA) kullanılmış olup p<0.05 seviyesinde anlamlı kabul edilmiştir.
BULGULAR: Bireylerin yaş ortalaması 40±18 yıl (11-90) olarak hesaplanmıştır. Çalışmada KIBT kaydı incelenen 258 bireyin %70,2’sinde (182 birey) en az bir tarafta alveolar kemik seviyesinde CS görülmüştür. 258 hastada toplam izlenen CS sayısı 339’dur. CS varlığı ile yaş ve cinsiyet arasında bir ilişki tespit edilememiştir (p>0.05). CS’nin konumu en yüksek oranda (%60.9) bilateraldir (p=0.000, p<0.01).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Anterior maksillanın cerrahi öncesi KIBT incelemeleri, CS gibi (%70.2) anatomik varyasyonların sebep olabileceği komplikasyonların önlenmesinde büyük önem arz etmektedir.
INTRODUCTION: The aim of the study was to examine the anatomical variation in the anterior region, known as canalis sinuosus (CS), by cone-beam computed tomography (CBCT).
METHODS: The CBCT images of 258 individuals (116 males, 142 females) were retrospectively scanned and the presence of CS was examined. CS is coded as present if at least one channel terminating at the alveolar bone level is seen. The relationship between CS and age, gender and location was determined. SPSS V.21 software (IBM Corp., Armonk, NY, USA) was used for data analysis and p <0.05 was considered significant.
RESULTS: The mean age of the individuals was calculated as 40 ± 18 years (11-90). In 70.2% (182 individuals) of 258 individuals whose KIBT records were examined in the study, CS was observed at the level of alveolar bone on at least one side. The total number of monitored CS in 258 patients was 339. There was no relationship between the presence of CS and age and gender (p> 0.05). The position of CS is most bilateral (60.9%) (p = 0.000, p<0.01).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Preoperative CBCT examinations of the anterior maxilla are of great importance in the prevention of complications caused by anatomic variations such as CS (70.2%).

7.
Süt dişlerinde demir ilacına bağlı renklenmeler üzerine yüzey örtücü kullanımının etkisi
The effect of surface sealants on discoloration of primary teeth related to iron syrups
Emine Kaya
doi: 10.5505/yeditepe.2021.64426  Sayfalar 171 - 176
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, süt dişlerine uygulanan yüzey örtücü ajanların, çocuklarda kullanılan iki farklı formdaki demir şurubunun meydana getirdiği renklenme üzerindeki etkisinin incelenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada toplam 66 adet çürüksüz süt dişi, her bir grupta 11 adet örnek bulunacak şekilde rastgele 6 gruba ayrıldı. Fe+2 (ferröz sülfat) içeren Ferrum Haussman (Vifor International Inc., İsviçre) ve Fe+3 (ferrik polimaltoz) içeren FerroSanol B (UCB Pharma GmbH, Almanya) demir şurubu kullanıldı. Kontrol grubu olarak distile su tercih edildi. Her bir şurup ve kontrol grubundaki örneklerin yarısına yüzey örtücü ajan olarak BisCover LV (Bisco Inc., Itasca, IL, ABD) uygulandı ve diğer yarısına herhangi bir işlem yapılmadı. Her bir diş örneği günde 3 kere 8 saat aralıklarla 2’şer dakika bulunduğu gruba göre demir şuruplarına veya distile suya batırıldı. Toplamda 252 daldırma döngüsü uygulandı. Renk değişimleri spektrofotometre (Vita EasyShade Advance 4.0, Ivoclar Vivadent, Liechtenstein) kullanılarak ölçüldü. İki yönlü varyans analizi, renk değişiminin değerlendirilesinde kullanıldı.
BULGULAR: Fe+2 içeren demir şurup grubundaki dişler Fe+3 içeren demir şurubu grubundaki dişlerden daha fazla renk değişimi gösterdi. (p<0,001) Tüm gruplarda yüzey örtücü uygulanan dişlerde uygulanmayan dişlere göre daha fazla renk değişimi görüldü. (p<0,001)
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu invitro çalışmada Fe+2 içeren demir şuruplarının Fe+3 içeren şuruplara göre daha fazla renklenmeye neden olduğu görüldü. Yüzey örtücü ajanlar süt dişlerinde demir ilacına bağlı oluşan renklenmeleri önlemekte etkili değildir.
INTRODUCTION: This study aimed to investigate the effect of surface sealant agents applied to primary teeth on discoloration caused by two different forms of iron syrup used in children.
METHODS: In this study, a total of 66 intact primary teeth were randomly divided into 6 groups, with 11 samples in each group. Ferrum Haussman (Vifor International Inc., Switzerland) containing Fe+2 (ferrous sulfate) and Ferro- Sanol B (UCB Pharma GmbH, Germany) containing Fe+3 (ferric polyimaltose) were used. Distilled water was chosen as a control group. BisCover LV (Bisco Inc., Itasca, IL, USA) was applied to the half of the samples as a surface sealant agent and the other half of the samples was not treated. Each tooth sample based on the group type was immersed in iron syrups or distilled water for 2 minutes at 8 hour intervals, 3 times a day. A total of 252 immersion cycles were applied. Color changes were measured by using a spectrophotometer (Vita Easy- Shade Advance 4.0, Ivoclar Vivadent, Liechtenstein). Twoway ANOVA was used to evaluate the effects of color change.
RESULTS: Samples in the Fe+2 syrup group showed more discoloration than the samples in the Fe+3 syrup group. (p <0.001) In iron syrups and control group, the samples with surface sealent exhibited more discoloration than the rest of the samples. (p <0.001)
DISCUSSION AND CONCLUSION: In this in vitro study, it was observed that iron syrups containing Fe+2 caused more discoloration than the iron syrups containing Fe+3. For primary teeth, surface sealants were inefficient on the protection against discoloration caused by iron syrups.

8.
Alkol içermeyen iki farklı ağız gargarasının geçici restorasyon materyallerinin renk değişimine etkisi
The effect of two different mouthrinses without alcohol on color change of temporary restoration materials
Burcu Diker, Bahar Elter
doi: 10.5505/yeditepe.2021.63644  Sayfalar 177 - 182
GİRİŞ ve AMAÇ: Mevcut çalışmanın amacı iki farklı ağız gargarasında bekletilen dört farklı geçici restorasyon materyallerinin renk değişimlerinin karşılaştırılmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Silikon kalıp yardımıyla bis-akril kompozit rezin ve polimetil metakrilat (PMMA) içerikli dört geçici restorasyon materyalinden 14 mm çapında ve 2 mm yüksekliğinde toplam 84 örnek hazırlandı. Hazırlanan örnekler distile suda 1 hafta bekletildikten sonra başlangıç renk değerleri ölçüldü. Distile su (kontrol) ve ağız gargaralarına (Listerin ve Klorhex) maruz bırakılacak şekilde 3 alt gruba ayrıldı (n=7). Günde 2 dakika kullanım ile 1 yıllık kullanıma denk gelecek şekilde toplam 12 saat sıvılarda bekletildi ve tekrar renk ölçümleri yapıldı. İki ölçüm arasındaki renk değişim değerleri CIEDE2000 formülü ile hesaplandı ve iki yönlü varyans analizi (ANOVA) ile incelendi (a=,05).
BULGULAR: Geçici materyallerin renk değişimleri materyal (p=,000) ve gargara (p=,004) tipinden anlamlı olarak etkilendi. Materyalden bağımsız olarak gargaraların renk değişimi üzerine etkisi değerlendirildiğinde Klorhex ile distile su arasında anlamlı bir farklılık görülmezken, Listerin grubunda en yüksek renk değişikliği gözlendi. Sadece materyallerin etkisi değerlendirildiğinde bis-akril kompozit rezin grubunda (Acrytemp ve Protemp 4), PMMA grubuna (Temdent ve Imident) göre daha fazla renk değişimi gözlemlendi (p<,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada kullanılan geçici restorasyonların renk değişimi, materyal ve gargaralara bağlı olarak değişim gösterdi. En az renk değişimi PMMA grubundan Temdent’te görülürken, Klorhex Listerin’den daha az renk değişimine neden oldu. Bununla birlikte tüm gruplardaki renk değişimleri klinik olarak kabul edilebilir aralıktaydı.
INTRODUCTION: The aim of the present study was to compare to the discoloration of four different temporary restoration materials immersed into two different oral rinses.
METHODS: 14 mm diameter, 2 mm thick, a total of 84 samples were prepared from the bis-acryl composite resin and polymethyl methacrylate (PMMA) based four different temporary restoration materials. After the prepared samples were stored in distilled water for one week, the initial color data was measured. The specimens were divided into three subgroups: Klorhex, Listerine, and distilled water (control) (n=7). The specimens were immersed in liquids for a total of 12 hours as be equivalent to 1 year for 2 minutes daily use. Then, the color data were measured again. The color change values between data were calculated using CIEDE2000 formula and analyzed by two-way analysis of variance (ANOVA) (a=.05).
RESULTS: The color changes of temporary materials were significantly affected by material (p=.000) and mouthrinse (p=.004) type. Only when the effect of mouthrinses on color change was evaluated, there was no significant difference between distilled water and Klorhex. The highest color change was observed in the Listerine group. The higher color change was observed in the bis-acryl composite resin group (Acrytemp and Protemp4) compared to the PMMA group (Temdent and Imident) (p<.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The color change of the temporary restorations used in the present study differed depending on the material and mouthrinse types. The least change was observed in Temdent, while Klorhex caused less change than Listerine. However, color changes in all groups were within the clinically acceptable range.

9.
Arctiin maddesinin lipopolisakkarit indüklü periodontal hastalık modeli üzerindeki antienflamatuvar etkinliğinin incelenmesi: Pilot çalışma
Anti-inflammatory effects of arctiin in a rat model of lipopolysaccaharideinduced periodontal disease: A pilot study
Ahmet Aydoğdu, Elif Eser Acarel, Hasan Alaçam
doi: 10.5505/yeditepe.2021.05945  Sayfalar 183 - 189
GİRİŞ ve AMAÇ: Arctiin maddesinin birçok dokuda enflamasyonu inhibe ettiği gösterilmiştir ancak bu etkilerin periodontal dokularda da olup olmadığı araştırılmamıştır. Bu çalışmanın amacı arctiin maddesinin periodontal hastalıklı rat gingival dokularında pro-enflamatuvar sitokin seviyelerinde bir azalmaya neden olup olmadığını incelemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma 30 adet erkek Sprague-Dawley sıçan ile yapıldı. Deneysel periodontal hastalık, kontrol grubu (n = 10) hariç, sıçanların birinci ve ikinci sol maksiller azı dişleri arasına lipopolisakkarit (LPS) enjekte edilerek oluşturuldu. Deney gruptaki sıçanlar rastgele iki gruba ayrıldı (Grup DP: Deneysel plasebo-Dimetil sülfoksit (DMSO); Grup DA: Deneysel Arctiin, herbiri n = 10). 21 gün boyunca günde bir kez ağızdan gavaj yapıldı. Daha sonra tüm hayvanlara ötenazi uygulandı, dişeti örnekleri alındı ve interleukin-1ß (IL-1 ß) ve tümör nekroz faktörü- a (TNF-a) ELISA ile analiz edildi.
BULGULAR: Kontrol grubu, deney grupları (Grup DP ve DA) ile karşılaştırıldığında diş eti dokusuna, IL-1ß ve TNF-a seviyeleri kontrol grubunda istatistiksel olarak anlamlı düzeyde az bulundu (P<0,001). DA grubu ise DP grubuna göre istatistiksel olarak daha düşük seviyelerde pro-enflamatuvar sitokin seviyeleri gösterdi (P<0,001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Arctiin maddesinin, LPS ile indüklenmiş periodontitisli sıçanların gingival dokularında proinflamatuar sitokin düzeylerini düşürdüğü gösterilmiştir.
INTRODUCTION: Arctiin has been shown to inhibit inflammatory processes in various tissues, but its effects on periodontium have yet to be examined. Therefore, the aim of this study was to evaluate whether arctiin reduces pro-inflammatory cytokine levels in gingival tissues of rats with periodontal disease.
METHODS: The study was conducted with 30 male Sprague-Dawley rats. Experimental periodontal disease was induced by injecting lipopolysaccharide (LPS) between the first and second left maxillary molar teeth of rats, except control group (n=10). Experimental rats were randomly divided into two groups (Group EP: Experimental placebo-Dimethyl sulphoxide (DMSO); Group EA: Experimental Arctiin, n=10 each). Oral gavage carried out once per day for 21 days. All animals were then euthanized, gingival samples were obtained, and interleukin-1ß (IL-1ß) and tumor necrosis factor-a (TNF-a) were analysed by ELISA.
RESULTS: Gingival tissue IL-1ß and TNF-a levels were significantly lower in the Control Group compared to both experimental groups (EP and EA) (P<0.001). EA group presented lower pro-inflammatory cytokine levels than those of non-arctiin treated placebo group (P<0.001).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Arctiin was shown to reduce pro-inflammatory cytokine levels in gingival tissues of rats with LPS-induced periodontitis.

10.
Düşük taper açısına sahip güncel NiTi döner aletlerin döngüsel yorgunluk dirençlerinin kıyaslanması
Comparison of cyclic fatigue resistance of novel NiTi rotary instruments with low taper angle
Ahmet Demirhan Uygun, Yahya Güven, Mehmet Ünal
doi: 10.5505/yeditepe.2021.70894  Sayfalar 190 - 195
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, 60° ve 90° eğimli kanallarda 25/.04 uç boyut ve taper açısına sahip K3XF, 2Shape ve VDW. ROTATE NiTi döner aletlerinin döngüsel yorgunluğa bağlı kırılma dirençlerinin karşılaştırılmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada toplam 90 olmak üzere 30 adet K3XF, 30 adet 2Shape ve 30 adet VDW.ROTATE eğesi kullanıldı. Eğeler iki alt gruba ayrıldıktan sonra 60° ve 90° eğimli ve 3 mm eğim yarıçapına sahip yapay paslanmaz çelik kanallarda döngüsel yorgunluk direnç testine tabi tutuldu. Eğelerin kırılma zamanları bir dijital kronometre yardımıyla belirlendi. Kırık parçaların uzunlukları ise hassas kumpas yardımıyla ölçüldü. Veriler istatistiksel olarak Kruskal Wallis H-testi ve post hoc Tamhane T2 testi ile istatistiksel olarak incelendi (p<0.05).
BULGULAR: VDW.ROTATE grubu 60° ve 90° eğimli her iki kanalda istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek döngüsel yorgunluk direncine sahipti (p<0.05). K3XF grubu her iki farklı kanalda istatistiksel olarak 2Shape TS1 grubuna göre döngüsel yorgunluğa karşı daha dirençli bulundu (p<0.05). Her iki farklı kanalda eğeler arasında kırık parça uzunlukları kıyaslandığında istatistiksel açıdan fark yoktu (p>0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Döngüsel yorgunluğa karşı direncin incelendiği bu çalışmada %4 taper açısına sahip eğeler kullanılmıştır. VDW. ROTATE eğeleri döngüsel yorgunluğa karşı en yüksek kırılma direncine sahipti. 2Shape eğeleri döngüsel yorgunluğa karşı en düşük dirençli gruptu.
INTRODUCTION: The aim of this study is to compare the fracture resistance due to cyclic fatigue of K3XF, 2Shape and VDW.ROTATE NiTi rotary instruments with 25/.04 tip size and taper in artificial stainless steel canals with 60° and 90° curvature.
METHODS: In this study, a total of 90, 30 K3XF, 30 2Shape and 30 VDW.ROTATE files were used. After the files were divided into two subgroups, they were subjected to cyclic fatigue resistance tests on artificial stainless steel channels with 60° and 90° angle of curvature and 3 mm radius of curvature. The time to fracture of the files were determined with the help of a digital stopwatch. The lengths of the fractured fragments were measured with a precision caliper. The data were analyzed statistically using Kruskal Wallis H-test and post hoc Tamhane T2 test (p <0.05).
RESULTS: The VDW.ROTATE group had statistically significant higher cyclic fatigue resistance in both canals with 60° and 90° angle of curvature (p <0.05). The K3XF group was statistically more resistant to cyclic fatigue than the 2Shape TS1 group in both canals (p <0.05). There was no statistical significant difference between the lengths of the fractured fragments between the files in both different canals (p> 0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In this study, in which resistance to cyclic fatigue was examined, files with 4% taper were used. The VDW. ROTATE files had the highest fracture resistance against cyclic fatigue. The group with the lowest resistance to cyclical fatigue was 2Shape files.

11.
Atatürk Üniversitesi diş hekimliği fakültesi son sınıf öğrencilerinin yaşlı bireylere karşı tutumunun değerlendirilmesi
Attitudes toward the older adults among the senior dentistry students at the University of Atatürkdentist in Turkey
Merve Köseoğlu, Funda Bayındır
doi: 10.5505/yeditepe.2021.79836  Sayfalar 196 - 201
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, Atatürk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi son sınıf öğrencilerinin, yaşlı bireylere karşı tutumunun incelenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu kesitsel çalışma, Atatürk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nde öğrenim gören 103 son sınıf öğrencisi arasında, Erzurum, Türkiye’de yapılmıştır. Yaş Bazlı Semantik Diferansiyel (YSD) indeksinin Türkçe versiyonu hazırlanarak bir web anket oluşturulmuştur. Diş hekimliği öğrencilerinin demografik özellikleri ve çocukluğunda ebeveynleri ve büyükanne ve/veya büyükbabaları ile aynı evde kalıp kalmadıkları, ileride yaşlı bireyleri tedavi etme konularındaki isteklilikleri, geriatrik hastaları tedavi etmeyi sevip sevmedikleri hakkında bilgi toplanmıştır. Çalışma sonucunda elde edilen verilerin istatistiksel analizi, tanımlayıcı istatistikler ve Student t test ile yapılmıştır.
BULGULAR: Ortalama YSD skoru 3.9 olarak bulunmuştur. Total YSD skoru cinsiyetler arasında farklılık göstermemiştir (P=.192). Büyük anne ve/veya büyük babasıyla yaşayan ve yaşamayan öğrencilerin YSD skorları arasında anlamlı farklılık bulunmamıştır (P=.248). İleride meslek yaşamında yaşlı hastaları tedavi etmek isteyen ve istemeyen öğrencilerin YSD skorları arasında ise farklılık bulunmuştur (P<.001). Ayrıca, günlük pratikte yaşlı hastalara bakmayı seven öğrencilerin indeks skorları, sevmeyen öğrencilerden daha yüksek bulunmuştur (P<. 001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Öğrencilerin yaşlı bireylere karşı tutumu genel olarak pozitif bulunmuştur. Çocukluğunda büyük anne ve/veya büyük baba ile yaşamak, öğrencilerin tutumunu etkilememiştir. Günlük pratiğinde ve gelecekte yaşlı bireyleri tedavi etme konusunda istekli olan öğrencilerin tutumu, istekli olmayanlardan daha pozitif bulunmuştur.
INTRODUCTION: The aim of this study was to examine the attitudes of final- year dentistry students at university of Ataturk in Turkey toward elderly patients.
METHODS: A cross-sectional study was conducted among 103 senior dentistry students of Ataturk University, Erzurum, Turkey. A web-based questionnaire was created by using Turkish version of the Aged Semantic Differential (ASD) scale. Demographic characteristics of dentistry students and information about whether they lived in the same house with their parents and grandparents during their childhood, willingness about treating elderly in the future, they like or don’t like treating geriatric patients was also collected. The obtained data was analyzed using descriptive statistics and Student’s t-test.
RESULTS: Average of the ASD score was 3.89. Total ASD scores didn’t vary between genders (P=.192). There weren’t any statistical differences between the dentistry students who had lived together with their grandparents during their childhood and those who didn’t (P=.248). However, there were difference between index scores of students who were willing to treat elderly people in their daily oral care practices in the future and weren’t (P<.001). Furthermore, index scores of students who liked treating elderly people in their daily practice were higher than students who don’t like (P<.001).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Students’ attitude toward elderly was generally positive and didn’t differ according to gender. Living with grandparents in their childhood didn’t affect attitudes of students. Students who were willing about treating elderly people in the daily clinical practice/future had more positive attitudes.

12.
Hiperlipidemi için kullanılan statin tedavisinin kemik etkilerini implantolojide basit bir yöntemle gözlemlemek mümkün müdür?
Is it possible to observe the bone effects of statin theraphy used for hyperlipidemia by a simple method in implantology?
Volkan Çağrı Dağaşan, Ayça Türer Cabbar
doi: 10.5505/yeditepe.2021.38039  Sayfalar 202 - 206
GİRİŞ ve AMAÇ: Oral ve maksillofasiyal cerrahide rutin işlemlerden biri olan dental implant uygulamalarında, osseointegrasyon sürecinde kemik yoğunluğu önemli olduğundan, bu çalışmada hiperlipidemi nedeniyle statin grubu ilaç kullanan ve hiç kullanmamış hastaların basit periapikal radyografilerinde kemik yoğunluğunun incelenmesi ve klinisyenler için faydalı olabilecek bir ilişkin varlığının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Yaşları 55 ile 65 arasında değişen (59,72±3,21) 300 kadın hastanın 300 periapikal radyografisi değerlendirildi. Hastalar 2 gruba ayrıldı; en az 1 yıldır statin kullanan ilaç grubu (n: 200) ve statin kullanmayan kontrol grubu (n: 100). Hastaların yaşı, periapikal radyografi lokalizasyonu ve kemik yoğunluğu parametreleri, sigara içip içmediği kaydedildi. Osteoporotik ajan kullanan, metabolik kemik hastalığı, kemoterapi veya radyoterapi öyküsü olan, erkek ve American Anesthesiologist Association (ASA) III ve üzeri olan hastalar çalışma dışı bırakıldı.
BULGULAR: Radyografilerin lokalizasyonuna göre sayı ve yüzdesi: Anterior mandibula (76; %25,33), anterior maksilla (77; %25,67), posterior maksilla (89; %29,67), posterior mandibula (58; %19,33) olarak izlendi. Atorvastatin (n: 148) ve Rosuvastatin (n: 52) kullanılan statin ilaçları olup, kemik yoğunluğu değerleri sırasıyla 111,33±22,46 ve 105,62±8,8, kontrol grubunda 109,97±26,60 olarak gözlendi. Gruplar arası ve ilaç grubu içerisinde Atorvastatin ve Rosuvastatin arasında istatistiksel olarak anlamlı fark izlenmedi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Statinlerin etkileri literatürde iyi belirlenmiş olmasına rağmen, bu çalışmanın sonuçlarına dayanarak, günlük klinik rutinde kullanılan periapikal radyografilerde anabolik etkiler gözlenmemiştir.
INTRODUCTION: Bone density is important in osseointegration process in dental implant surgery, which is one of the most routine procedures in oral and maxillofacial surgery. This study aimed to examine the bone density in periapical radiographs of patients who were in use and never used statin group medications for hyperlipidemia, and to evaluate the presence of a relationship that might be useful for clinicians.
METHODS: 300 periapical radiographs from 300 female patients aged between 55 and 65 (59.72±3.21) were evaluated. Patients were divided into 2 groups; medication group (n: 200) using statins for at least 1 year and control group (n: 100) not using statins. Age of the patients, periapical radiograph localization and bone density parameters, presence of smoking were recorded. Patients using osteoporotic agents, metabolic bone disease, chemoterapy or radiotherapy history and American Anesthesiologist Association (ASA) III or higher were excluded from the study.
RESULTS: According to localization of radiographs, number and percentage were as follows: Anterior mandibula (76; 25,33%), anterior maxilla (77; 25,67%), posterior maxilla (89; 29,67%), posterior mandibula (58; 19,33%). Atorvastatin (n: 148) and Rosuvastatin (n: 52) were among the statin medications used and bone density values were respectively 111,33±22,46 and 105,62±8,8, which was 109,97±26,60 in control group. There was no statistically significant difference between both Atorvastatin and Rosuvastatin in medication and control group.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Effects of statins were well established in literature, based on the results of this study, the anabolic effects could not be observed in simple periapical radiographs by this measurement method, which is used in daily clinical routine.

13.
Hyaluronik asit kullanımının interdental papil yapılandırılması üzerine etkisinin değerlendirilmesi
Effect of the use of hyaluronic acid at the structure of interdental pink aesthetics
Seray Keçeli Onat, Bahar Alkaya, Mustafa Özcan, Onur Uçak Türer
doi: 10.5505/yeditepe.2021.64325  Sayfalar 207 - 213
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, izole interdental papil kaybı olan bölgelerde hyaluronik asit kullanımının papil dolumu üzerine etkilerinin incelenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu randomize, klinik kontrollü çalışmada, 24-44 yaşları arasındaki 11 hastadaki 89 papil bölgesi (Sınıf l ve Sınıf ll), iki gruba ayrılarak (Grup l: Sondalama ile enflamasyon oluşturulan grup (SEG), Grup ll: sondalama yapılmayan grup (SG)), hyaluronik asit enjeksiyonu ile tedavi edildi. Tedavisonrası interdental papil bölgesindeki papil dolum oranı değerlendirildi.
BULGULAR: Papil kaybının olduğu bölgelerde (siyah üçgen alanlarda) milimetre cinsinden yükseklik ve genişlik ölçümleri yapıldı ve bu ölçümler detaylı ve standartize edilen fotoğraflar üzerinde yapılan alan ölçümleri ile teyit edildi. Grup l (SEG): Başlangıç periodontal tedaviyi (BPT) takiben interdental papil kaybı olan bölgelere tekrarlanan sondalama işlemi (her papil bölgesinde 10 kez) uygulanarak deneysel enflamasyon oluşturuldu. Bunu takiben 2. günde hyaluronik asit enjeksiyonu gerçekleştirildi. Grup ll (SG): BPT’yi takiben interdental papil kaybı olan bölgelere hyaluronik asit enjeksiyonu gerçekleştirildi. Hastalar ilk enjeksiyon seansından sonraki 2. ve 4. haftalarda çağırılıp hyaluronik asit uygulaması tekrarlandı. Hastalarda hyaluronik asit enjeksiyonunun başlangıcından sonraki 1. ve 3. aylarda klinik ölçümler tekrar edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmanın sonucunda; gruplar içerisinde başlangıç alan ölçümleri ile 120. gün alan ölçümleri arasında istatiksel olarak anlamlı fark elde edilmişken (p=0.0001); iki grup arasında anlamlı bir fark tespit edilememiştir (p>0,05).
INTRODUCTION: The aim of this study is to search the effects of the use of hyaluronic acid on papillary filling in the areas with loss of isolated interdental papilla.
METHODS: On this randomized and clinically controlled study, 89 papillary regions (Class l and Class ll) in 11 patients of the 24-44 age range divided into two groups. Group I: The group in which the inflammation was created with probing (SEG), Group II: The group which was not probbed (SG) were treated by injecting hyaluronic acid. After the treatment, papillary filling rate in interdental papillae area was evaluated.
RESULTS: Height and width in millimeters in the area where there was loss of papillary (Black triangle areas) were measured and field measurements on detailed and standardized photo were confirmed. Group I (SEG): Following Phase l treatment, experimental inflammation was created by applying repeated probing process (10 times in each papillary area) in the regions that have interdental papillae loss. Follow by on day 2, hyaluronic acid injections were done. Group II (SG): Following initial treatment hyaluronic acid was injected on the regions which has interdental papillae loss. Patients were called the second and fourth weeks after the first injection and hyaluronic acid treatment was repeated. Clinical measurements at the first and third months after the injection ofhyaluronic acid were repeated on patients.
DISCUSSION AND CONCLUSION: There was a statistically significant difference (p=0.0001) between the initial field measurement and 120th day field measurement in groups; no significant difference was detected between two groups (p>0.05).

14.
Geçici restorasyon materyallerinin yüzey aşınmalarının değerlendirilmesi
Evaluation of surface wear of provisional restorative materials
Merve Benli, Olivier Huck
doi: 10.5505/yeditepe.2021.46547  Sayfalar 214 - 219
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, üç farklı geçici restorasyon materyalinin yüzey aşınma davranışlarının karşılaştırılmasıdır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma, üç grup (grup PM: Polimetil metakrilat; grup PE: Polietil metakrilat, grup BİS: Bis-akril kompozit rezin) ve toplam 60 adet örnekten (n=20) oluşmaktadır. Aşınma testi için çiğneme simülasyon cihazı kullanılmış olup, örnekler 10000,20000 ve 30000 devirlerde teste tabi tutulmuştur (5-55°C, termal siklus). Örnek yüzeylerinde oluşan aşınma miktarının belirlenmesinde temassız optik profilometre kullanılmıştır. Verilerin istatistiksel olarak değerlendirilmesinde Shapiro-Wilk, iki yönlü varyans analizi ve Tukey testleri ile Univariate yönteminden yararlanılmıştır (p<0,05).
BULGULAR: Elde edilen verilere göre, aşınma miktarı gruplar arasında anlamlı bir farklılık oluşturmaktadır (p<0,001). En yüksek ortalama aşınma değeri PE grubunda (186,2(39,34) μm) iken, en düşük ortalama değer BİS grubunda (92,82(10,79) μm) elde edilmiştir. Çiğneme devir sayısının da aşınma miktarına etki ettiği saptanmış olup (p<0,001), tüm grupların ortalama faset derinlikleri 10000 devirde 112,64 (22,77) μm, 20000 devirde 149 (47,05) μm ve 30000 devirde 170,76 (48,93) μm’dir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmada değerlendirilen parametrelere göre, BİS, PM ve PE’ye göre daha fazla aşınma direnci göstermektedir. Bu nedenle, uzun dönem geçici restorasyon kullanımında BİS materyali önerilirken, kısa dönemli klinik gereksinimlerde PM veya PE materyalleri uygulanabilir.
INTRODUCTION: The aim of this study is to compare the surface wear behavior of three different provisional restorative materials.
METHODS: The study consists of three groups (group PM: Polymethyl methacrylate; group PE: Polyethyl methacrylate, group BIS: Bis-acryl composite resin) and a total of 60 samples (n = 20). A chewing simulator was used for the wear test and the samples were subjected of 10000, 20000 and 30000 cycles (5-55°C, thermocycling). Non-contact optical profilometer was used to determine the amount of wear on the sample surfaces. Shapiro-Wilk, two-way analysis of variance and Tukey tests and Univariate method were used in the statistical analysis of the data (p <0.05).
RESULTS: According to the data obtained, the amount of wear makes a significant difference between the groups (p <0.001). While the highest average wear value was in PE group (186.2 (39.34) μm), the lowest average value was obtained in BIS group (92.82 (10.79) μm). It was determined that the number of chewing cycles also affected the amount of wear (p <0.001), the average facet depths of all groups were 112.64 (22.77) μm at 10000 cycles, 149 (47.05) μm at 20000 cycles, and 170.76 (48.93) μm at 30000 cycles.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Regarding the parameters evaluated in the study, BIS shows more wear resistance than PM and PE. Thus, while BIS material is recommended for long-term provisional restoration use, PM or PE materials can be applied in short-term clinical needs.

DERLEME
15.
Çocuklarda daimi birinci büyük azı dişlerinin kontrollü çekimi
Controlled extraction of permanent first molar teeth in children
Büşra Karaağaç Eskibağlar, Buket Ayna
doi: 10.5505/yeditepe.2021.48278  Sayfalar 220 - 225
Daimi birinci büyük azı (DBBA) dişleri; daimi dişlenmeye ait okluzyonun sağlanmasında kilit rol üstlenmekte, çiğneme fonksiyonuna önemli derecede katkısı olmakta ve diğer dişlerin sürmesinde rehber görevi görmektedir. Bununla birlikte, DBBA dişleri çürük nedeniyle en sık kaybedilen ve çürüğe en yatkın olan dişlerdir. Bu dişlerin kontrolsüz çekilmesi pek çok olumsuz duruma sebep olmaktadır. Uygun zaman ve doğru oklüzyon koşullarında daimi birinci büyük azı dişlerinin kontrollü çekilmesi hastanın ortodontik tedavi ihtiyacını minimuma indirecektir. Bu derlemede; kötü prognozlu daimi birinci büyük azı dişlerinin kontrollü çekim prosedürleri anlatılarak, ideal oklüzyonu sağlamak için gerekli olan faktörler belirtilmiştir.
Permanent first molars; taking on a key role in providing permanent occlusion of dentition, significantly involved in mastication and acts as a guide for the eruption of other teeth. However, permanent first molars teeth are the teeth most often lost due to caries and are most susceptible to caries. Uncontrolled extraction of these teeth causes many adverse conditions. Controlled extraction of permanent first molars in the appropriate time and correct occlusion conditions will minimize the need for orthodontic treatment of the patient. In this review, controlled extraction procedures of permanent first molar teeth with poor prognosis are explained and the factors necessary to ensure ideal occlusion are specified.

16.
Diş aşınmalarının sınıflandırılması ve teşhiste kullanılan indeksler
Classification of tooth wear and indexes used in diagnosis
Sezgi Cinel Şahin, Çağrı Koyal
doi: 10.5505/yeditepe.2021.71602  Sayfalar 226 - 234
Çürüksüz diş yüzey kayıpları olarak tanımlanan atrizyon, abrazyon, erozyon ve abfraksiyon lezyonları etiyolojileri farklı olsa da temelde diş yapılarında değişiklikle kendilerini gösterir ve ‘‘diş aşınmaları’’ olarak nitelendirilir. Diş aşınmaları klinisyenler için ciddi bir problem oluşturmaktadır. Ancak özellikle terminolojideki farklılıklar ve diş sert doku kaybının teşhisinde, sınıflandırılmasında ve takibinde kullanılabilecek çok sayıda indeksin varlığı nedeniyle literatürdeki klinik ve epidemiyolojik çalışmaların yorumlanması oldukça zordur. Bu derlemenin amacı, diş aşınmalarını etiyolojilerine göre sınıflandırarak, günümüze kadar kullanılan değerlendirme indekslerinin evrimini analiz etmek ve bu indekslerin diş hekimliğindeki klinik ihtiyaçları karşılayıp karşılamadıklarını değerlendirmektir.
Despite the different etiologies of attrition, abrasion, erosion and abfraction lesions, which are defined as caries-free tooth surface losses, they are mainly manifested by changes in tooth structures and are considered to be ‘‘tooth wear’’. Tooth wear is a serious problem for clinicians. However, clinical and epidemiological studies in the literature are very difficult to interpret, especially due to differences in terminology and the presence of a large number of indices that can be used in the diagnosis, classification and follow-up of tooth hard tissue loss. The purpose of this review is to classify the tooth wear according to their etiology, to analyze the evolution of the evaluation indices used to date, and to evaluate whether they meet clinical needs in dentistry.

OLGU RAPORU
17.
Sert damakta mavi nevus: Olgu Raporu
Blue nevus in hard palate: Case Report
Hande Sağlam, Tuğba Arı, İbrahim Şevki Bayrakdar, Elif Bilgir, Mustafa Fuat Açıkalın, Damla Başaran
doi: 10.5505/yeditepe.2021.48658  Sayfalar 235 - 238
Oral kavitede; sistemik hastalıklar, neoplaziler, ilaç kullanımı veya fizyolojik kaynaklı olarak pigmente lezyonlar görülebilir. Pigmente lezyonlardan olan nevuslar, prognozları ve klinik özellikleri sebebiyle diş hekimliği pratiğinde önemlidir. Nevuslar, melanositlerden köken alan, melanin içeren, sınırları belirgin, kahverengi-siyah renkli makül ve papül olarak ortaya çıkabilen iyi huylu lezyonlardır. Mavi nevuslar %36 oranıyla oral mukozada en sık gözlenen ikinci nevus türüdür. Oral nevusların erken dönemdeki tanı ve tedavisinde, oral melanomdan ayıracak kesin bir klinik bulgu olmadığında cerrahi eksizyon yapılması tavsiye edilir. Olgumuz 34 yaşında kadın bir hasta olup, beş yıldır sert damağında bulunan mavi renkli lezyonun değerlendirilmesi için Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ağız, Diş ve Çene Radyolojisi Kliniği’ne başvurmuştur. Klinik muayeneden önce hastadan yazılı olarak aydınlatılmış onam alınmıştır. Lezyonun kesin tanısı ve histopatolojik değerlendirilmesi için ilgili bölgeden fırça sitolojisi ve punch biyopsi alınmıştır. Bu olgu sunumunda, oral bölgede görülen mavi nevusun tanı süreci sunulacaktır.
In the oral cavity; pigmented lesions may occur due to systemic diseases, neoplasms, drug use or physiological origin. Nevus, which are pigmented lesions, are important in dental practice due to their prognosis and clinical features. Nevus are benign lesions originating from melanocytes, containing melanin, with clear borders, which may appear as brown and black macules and papules. Blue nevus are the second most common nevus in the oral mucosa with 36%. In the early diagnosis and treatment of oral nevus, surgical excision is recommended when there is no definitive clinical finding to distinguish it from oral melanoma. Our case is a 34-year-old female patient and applied to the Oral and Maxillofacial Radiology Clinic of Eskişehir Osmangazi University Faculty of Dentistry to evaluate the blue colored lesion in her hard palate for five years. Written informed consent was obtained from the patient prior to the clinical examination. For the definitive diagnosis and histopathological evaluation of the lesion, brush cytology and punch biopsy were taken from the relevant region. In this case report, the diagnostic process of the blue nevus in the oral region will be presented.

18.
Pediatrik ünilateral kondil kırığında konservatif tedavi yaklaşımı: Olgu Raporu
Conservative treatment approach in pediatric unilateral condylar fracture: A Case Report
Ahmet Hamdi Arslan, Orkun Uygun
doi: 10.5505/yeditepe.2021.51423  Sayfalar 239 - 243
Pediatrik hastalarda travma sonrası kondil kırıklarına rastlanma sıklığı yüksektir. 9 yaşında kız hasta, bisikletten düştükten sonra alt çene ucuna aldığı darbe sonucu sağ çenesinde gelişen ağrı şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Ağız açmada kısıtlılık ve ağız kapamada sağ tarafta erken temas gözlendi. Panoramik röntgende sağ kondil boynunda horizontal kırık hattı gözlendi ve dental volumetrik tomografisinde kırık segmentin mediale deviasyon gösterdiği saptandı. Tedavi planlamasında genel anestezi altında kapalı redüksiyon ve intermaksiller fiksasyon (IMF) yapılmasına karar verildi. Hastanın karışık dişlenmesi ve daimi azı dişlerindeki çürükler sebebiyle her iki çeneye arch bar ile modifiye edilmiş akrilik splint yerleştirilmesine karar verildi. Operasyon esnasında üst çeneye adapte edilen splintin kırılması ile tedavi planı değiştirildi. Çoğunluğu daimi dişlerden oluşan üst çeneye ligatür telleri yardımı ile arch bar uygulandı ve elastikler ile IMF sağlandı. Ekstrakapsüler kırıkların tedavisinde en iyi yaklaşımın çiğneme olmayan beslenme ve elastik rehberliğinde yapılan kapalı redüksiyon olduğu belirtilmektedir. Süt dişlerine arch bar uygulaması ile avülsiyon riski bulunsa da doğru planlama, komplikasyon oluşma ihtimalini düşürmektedir. Bu olgu sunumunda karışık dişlenme döneminde pediatrik hastada meydana gelen tek taraflı kondil kırığına uygulanan konservatif tedavi yaklaşımının sunulması amaçlanmaktadır.
The incidence of condylar fractures after trauma is high in pediatric patients. A 9-year-old female patient was admitted to our clinic with the complaint of pain in her right jaw as a result of a blow to the tip of her lower jaw after falling off the bicycle. Limitation of mouth opening and early contact on the right side during mouth closing were observed. A horizontal fracture line was observed in the right condyle neck on the panoramic x-ray and dental volumetric tomography revealed medial deviation of the fractured segment. In the treatment planning, it was decided to perform closed reduction and intermaxillary fixation (IMF) under general anesthesia. Due to the patient's mixed dentition and caries in her permanent molar teeth, it was decided to place acrylic splints modified with arch bar in both jaws. The treatment plan was changed during the operation after the fracture of the splint that was adapted to the upper jaw. An arch bar was applied to the upper jaw, mostly consisting of permanent teeth, with the help of ligature wires, and the IMF was provided with elastics. It is stated that the best approach in the treatment of extracapsular fractures is non-chewing nutrition and closed reduction with elastic guidance. Although arch bar application on deciduous teeth runs the risk of avulsion, correct planning reduces the possibility of complications. In this case report, it is aimed to present the conservative treatment approach applied to unilateral condyle fractures in a pediatric patient during mixed dentition.

LookUs & Online Makale