ISSN 1307-8593 | E-ISSN 2458-9586
7tepe Klinik Dergisi - Yeditepe J Dent: 17 (2)
Cilt: 17  Sayı: 2 - 2021
1.
2021-2 Cilt Tüm Dergi
2021-2 Vol Full Printed Journal

Sayfa I

2.
Kapak
Cover

Sayfa II

3.
İçindekiler
Contents

Sayfa III

ÖZGÜN ARAŞTIRMA
4.
Farklı yaş grubundaki bireylerin fizyolojik diş mobilitelerinin değerlendirilmesi
Evaluation of physiological tooth mobility in different age groups
Osman Fatih Arpağ, Muhammet Atılgan, Caner Öztürk
doi: 10.5505/yeditepe.2021.22043  Sayfalar 86 - 90
GİRİŞ ve AMAÇ: Fizyolojik diş mobilitesi, puberte ve menstruasyon sürecindeki hormonal aktivitelerden dolayı olumsuz etkilenmektedir. Bu çalışmadaki amacımız puberte ve adolesan dönemdeki bireylerin fizyolojik diş mobilitelerini değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamıza dâhil edilen 160 birey 9-14 yaş ve 18-25 yaş arası kadın ve erkek olmak üzere 4 farklı gruba ayrıldı. Bütün bireylerden plak indeksi, gingival indeks, cep derinliği ve Periotest ölçümleri elde edildi. Adolesan kadınlar için menstruasyon döngüsünün foliküler, ovulasyon ve luteal fazında ölçümler tekrar edildi. Periotest ölçümleri için 11, 21, 31 ve 41 numaraları dişler seçildi. Ölçümler her bir diş için üç kez tekrar edildi.
BULGULAR: Tüm bireylerde dişlerden elde edilen ortalama Periotest değerleri fizyolojik mobilite sınırları içerisindeydi. Puberte ve adolesan grupları arasında plak indeksi, gingival indeks ve cep derinliği açısından istatistiksel bir fark gözlenmedi. (P=1.000) 11 ve 21 nolu dişlerin Periotest değerlerinin adolesan erkeklerde, adolesan kadın ve puberte dönemindeki erkeklere kıyasla düşük olduğu saptandı. (p<0.05) Puberte dönemindeki erkek ve kadın bireyler arasında ise mobilite değerleri açısından istatistiksel açıdan bir fark yoktu (p>0.05). Menstruasyon döngüsündeki bireylerin bireysel diş mobilitesinin üç fazda da benzer olduğu gözlendi (p>0.05). Yaş ve bireysel diş mobilitesi arasında negatif bir korelasyon saptandı (p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Farklı süreçlerde gelişen hormonal aktivitelerin bireysel diş mobilitesi üzerinde kesin olarak etkili olduğu söylenemez. Yaş ilerledikçe dişlerin hareketliliğinde azalma meydana gelmektedir.
INTRODUCTION: Physiological tooth mobility is influenced by hormonal fluctuations in puberty and menstruation. Our aim in this study is to measure physiological tooth mobility in puberty and adolescent groups.
METHODS: A total of 160 participants were included in this study. Female and male individuals in the 9-14 and 18-25 age group were divided into 4 different groups equally. Plaque index, gingival index, pocket depth and Periotest measurements were obtained from all individuals. For adolescent women, measurements were repeated in the follicular, ovulation and luteal phase of the menstrual cycle. Teeth numbers 11, 21, 31 and 41 were selected for the period tests. Measurements were repeated three times for each tooth.
RESULTS: The Periotest values of the teeth in all individuals were in limits of physiological mobility. No statistical difference was observed between puberty and adolescent groups in terms of plaque index, gingival index and pocket depth. (P = 1.000) Periotest values of teeth 11 and 21 were lower in adolescent men than in adolescent women and men in puberty. (p <0.05) There was no statistically significant difference between male and female individuals in puberty in terms of mobility values (p> 0.05). Individual tooth mobility was observed to be similar in all three phases of the menstrual cycle (p> 0.05). A negative correlation was found between age and tooth mobility (p <0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: It cannot be said that there is an association between tooth mobility and hormonal activities in different periods. As age progresses, a decrease in the mobility of teeth occurs.

5.
Farklı teknikler kullanılarak fiberle güçlendirilen kompozit rezinlerin makaslama bağlanma dayanımının değerlendirilmesi
The evaluation of shear bond strength of resin composite with different reinforcement techniques
Burcu Oğlakçı, Duygu Tuncer, Derya Merve Halaçoğlu, Neslihan Arhun
doi: 10.5505/yeditepe.2021.59489  Sayfalar 91 - 96
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, fiberle güçlendirilen kompozit rezinlerin dentine olan makaslama bağlanma dayanımını değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 30 adet anonimize sağlam insan molar dişi kullanılmıştır. Dişlerin bukkal ve lingual yüzeyleri, düzgün bir dentin yüzeyi elde etmek için 120- ve 600- gritlik silikon karbid kağıtlarla standart smear tabakası elde etmek için su soğutması altında aşındırılmıştır. Ardından, fosforik asit ve adeziv sistem uygulanmıştır. Örnekler, kullanılan fiberin ve kompozit rezinin tipine göre rastgele 5 gruba ayrılmıştır (n=12). Grup FZ+PF: mikrohibrit kompozit rezin+polietilen fiber; Grup FZ: mikrohibrit kompozit; Grup EP: kısa fiberle güçlendirilen kompozit; Grup SR+PF: akışkan bulk fill kompozit+polietilen fiber; Grup SR: akışkan bulk fill kompozit. Kompozit rezinler, 3 mm çap ve 4 mm yükseklikte silindir şekilde silikon kalıplar kullanılarak bağlanmıştır. Örnekler, 24 saat distile suda bekletilmiş ve ardından 1mm/dk piston başlığı hızında universal test cihazı kullanılarak makaslama bağlanma dayanım testi uygulanmıştır. Kırık yüzeylerin başarısızlık analizi, 15x büyütmede stereomikroskopla incelenmiştir. Veriler, tek yönlü varyans analizi ve Tukey testi kullanılarak değerlendirilmiştir (p<0,05).
BULGULAR: Grup SR (akışkan bulk fill kompozit), Grup SR+PF (akışkan bulk fill kompozit+polietilen fiber)’e kıyasla istatistiksel olarak daha yüksek makaslama bağlanma dayanımı göstermiştir(p<0,05). Diğer gruplar arasında istatistiksel olarak makaslama bağlanma dayanımı açısından fark görülmemiştir( p>0,05). Grup FZ (mikrohibrit kompozit), Grup EP (kısa fiberle güçlendirilen kompozit) ve Grup SR (akışkan bulk fill kompozit) karma tip başarısızlık gösterirken; Grup FZ+PF (mikrohibrit kompozit+polietilen fiber) ve Grup SR+PF (akışkan bulk fill kompozit+ polietilen fiber) adeziv tip başarısızlık göstermektedir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Akışkan bulk fill kompozit rezinin makaslama bağlanma dayanım değerleri, polietilen fiberle güçlendirilen akışkan bulk fill kompozitlere kıyasla daha yüksektir.
INTRODUCTION: Aim of this study was to evaluate the effect of different fiber-reinforced resin composites on the shear bond strength to dentine.
METHODS: 30 anonymized sound human molar teeth’s teeth were used. Buccal and lingual surfaces were ground with 120- and 600-grit silicon carbide paper to obtain standard smear layers on dentine under water cooling. Then, phosphoric acid and adhesive system were applied. Specimens were randomly divided into 5 groups according to the type of fiber and resin composites used (n=12): Group FZ+PF: microhybrid resin composite+polyethylene fiber; Group FZ: microhybrid composite; Group EP: short fiber-reinforced composite; Group SR+PF: flowable bulk-fill composite+polyethylene fiber; Group SR: flowable bulk-fill composite. Resin composites were bonded using cylinder-shaped silicone mold (diameter: 3 mm, height: 4 mm). The specimens were stored in distilled water for 24 h and subjected to shear bond strength test at a crosshead speed of 1 mm/ min using universal testing machine. Debonded surfaces were observed with a steremicroscope under 15x magnification to determine mode of failure. Data were statistically analyzed with one-way variance analysis and Tukey test(p<0.05).
RESULTS: Group SR (flowable bulk-fill composite) showed statistically higher shear bond strength than Group SR+PF (flowable bulk-fill composite+polyethylene fiber) (p<0,05). There were no significant differences in shear bond strength among other groups(p>0,05). Group FZ (microhybrid composite), Group EP (short fiber-reinforced composite) and Group SR (flowable bulk-fill composite) showed predominantly mixed failures while Group FZ+PF(microhybrid resin composite+polyethylene fiber) and Group SR+PF (flowable bulk-fill composite+ polyethylene fiber) showed adhesive failures patterns.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Flowable bulk-fill composites showed higher shear bond strength than the ones reinforced with polyethylene fiber.

6.
Sabit ortodontik tedavide beslenme değişikliği ve kilo kaybı
Weight loss in fixed orthodontic treatment
Refika Topal
doi: 10.5505/yeditepe.2021.07742  Sayfalar 97 - 101
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, sabit ortodontik tedavinin ilk ayında hastalarda meydana gelebilecek beslenme alışkanlıkları ve buna bağlı olarak kilo değişikliklerini değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışma yaş ortalaması 23±1,5 olan 105 hasta (45 kadın, 60 erkek) ile yüz yüze araştırmacı tarafından yapılan bir anket çalışmasıdır. Çalışmada sabit ortodontik tedaviye başladıktan bir ay sonra kontrol seansında cinsiyet ve yaşa göre yeme alışkanlıklarının değişimi ve kilo kaybı ilişkisi değerlendirilmiştir. Analizlerde Fisher Exact ve Pearson Ki-kare testleri kullanılmıştır.
BULGULAR: Sabit ortodontik tedavide (%82,1) bireyde yeme alışkanlığı değişmesi ile birlikte kilo kaybının gözlendiği ve istatistiksel olarak anlamlı olduğu tespit edilmiştir (p<0.001). Erkeklerde sabit ortodontik tedavide yeme alışkanlığını değişimi ile ortodontik tedavide kilo kaybı gözlenenler bireyler (%76,3) istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha fazla olduğu gözlendi (p<0.001). Kadınlarda da sabit ortodontik tedavide yeme alışkanlığını değişimi ile ortodonti tedavide kilo kaybı gözlenen bireyler (%89,7) istatistiksel olarak anlamlı düzeyde daha fazla olduğu gözlendi (p<0.001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sabit ortodontik tedavinin başlangıç ayında bireylerde yeme alışkanlıklarının değişimi ile birlikte kilo kaybı gerçekleşmektedir.
INTRODUCTION: The aim of this study is to evaluate the weight changes that may occur in patients in the first month of fixed orthodontic treatment.
METHODS: The study is a questionnaire study conducted by a face-to-face researcher with 105 patients (45 females, 60 males) with an average age of 23 ± 1.5. One month after starting fixed orthodontic treatment, the relationship between eating habits and weight loss was evaluated in the control session according to gender and age. Fisher Exact and Pearson Chi-square tests were used in the analysis.
RESULTS: In fixed orthodontic treatment (82.1%), it was found that weight loss was observed and statistically significant with the change of eating habits in the individual (p <0.001). It was observed that, in males with constant orthodontic treatment, eating habits change and orthodontic treatment weight loss (76.3%) were statistically significantly higher (p <0.001). It was observed that in females, with the change of eating habits in orthodontic treatment, weight loss was observed in orthodontic treatment (89.7%) (p <0.001).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In the initial month of fixed orthodontic treatment, weight loss occurs with the change of eating habits in individuals.

7.
Ağız kanseri konusundaki YouTube videolarının değerlendirilmesi
Evaluation of YouTube videos on oral cancer
Nuray Bağcı, Kübra Taka, İlkay Peker
doi: 10.5505/yeditepe.2021.38278  Sayfalar 102 - 107
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı YouTube’da Türkçe olarak bulunan ‘ağız kanseri’ konulu videoların içeriğini değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: YouTube videolarında ‘ağız kanseri’ kelimesi ile Türkçe olarak arama yapıldı ve iki araştırmacı tarafından tüm videolar incelendi. Videoların süresi, tarihi, görüntülenme, beğenme, beğenmeme sayıları ve yüklenme kaynakları kaydedildi. Videoların içeriğini değerlendirmek için ağız kanseri ile ilgili bazı kriterlerden yararlanıldı. Bu kriterlerin varlığına göre videolar arasında dört farklı yararlılık grubu oluşturuldu. Sürekli değişkenler Kruskall Wallis testi kullanılarak analiz edildi. İstatistiksel anlamlılık düzeyi p<0.05 olarak kabul edildi.
BULGULAR: Toplam 375 video bulundu. Bunların içerisinden bir kısmı çeşitli nedenlerle dışlandığı için 84’ü çalışmaya dahil edildi. Videoların süreleri 0,21-58,5 dakika, tarihleri ise 2011-2019 yılları arasında olduğu görüldü. Videoların yararlılık gruplarına göre dağılımı %6’sı yararlı değil, %55,9’u düşük düzeyde yararlı, %36,1’i orta düzeyde yaralı ve %6’sı yüksek düzeyde yararlı şeklindedir Videoların yüklenme kaynağına göre dağılımında, % 46,4’ü TV kanalları veya haber ajansları, % 41,7’si sağlık personeli veya kurumu ve % 11,9’u bireysel veya diğer kullanıcılar tarafından yüklendiği gözlendi. Video süresi, görüntülenme, beğenme ve beğenmeme ortalama sayıları ile yararlılık grubu ve yüklenme kaynağı arasında istatiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: YouTube’da yer alan videoların çoğunluğu az yararlıdır. Sağlık profesyonelleri, Youtube’a bilgilendirici videolar yükleyerek kullanıcıların doğru bilgiye ulaşmasına katkı sağlayabilirler.
INTRODUCTION: The aim of this study is to evaluate the content of videos on "oral cancer" in Turkish on YouTube.
METHODS: YouTube videos were searched with the word 'oral cancer' in Turkish and all videos were examined by two researchers. Duration, date, likes, dislikes and upload sources of the videos were recorded. Some criteria related to oral cancer were used to evaluate the content of the videos. According to the existence of these criteria, four different usefulness groups were created between the videos. Continuous variables were analyzed using the Kruskal Wallis test. Statistical significance level was accepted as p <0.05.
RESULTS: There were found 375 videos. 84 of them were included in the study since some of them were excluded for various reasons. It was found the duration of the videos between 0.21-58.5 minutes and the dates between 2011-2019. The distribution of the videos by usefulness groups is 6% useless, 55.9% less level useful, 36.1% moderate level useful, and 6% high level useful. It was observed that were uploaded 46.4% by TV channels or news agencies, 41.7% by healthcare professionals or institutions, and 11.9% by individual or other users in the distribution of the videos by source of upload. There was no statistically significant difference between average of the video duration, views, likes and dislikes with usefulness group and source of upload.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The majority of the videos are less useful on YouTube. Healthcare professionals can contribute informative users by uploading informative videos to Youtube.

8.
Cam iyonomer esaslı güncel restoratif materyallerin sağlam dentine olan bağlanma dayanımlarının değerlendirilmesi
Evaluation of shear bond strengths of glass ionomerbased restorative materıals to sound dentine
Merve Yılmaz Güneş, Hakan Göktürk, Emine Şirin Karaarslan
doi: 10.5505/yeditepe.2021.41961  Sayfalar 108 - 115
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızın amacı cam iyonomer esaslı dolgu materyallerinin farklı adeziv sistemler kullanılarak termalsiklusla yaşlandırma sonrası sağlam dentine olan makaslama bağlanma dayanımlarını değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çürük, çatlak ve kırığa sahip olmayan 120 adet insan daimi 3. molar dişinin okluzal mineleri su soğutması altında elmas separe ile kesildi ve dentin yüzeyi açığa çıkarıldı. Cam iyonomer esaslı dört restoratif materyal; Cam Karbomer (GCP Dental, vianen, The Netherlands), Equia Forte (GC Corporation, Tokyo, Japan), Giomer (Beautifil-II, Shofu Inc., Kyoto, Japan), Photac-Fil Quick (3M, ESPE, USA) silindirik şeffaf kalıplar (4 mm çap × 4 mm yükseklik) yardımıyla dentine adeziv uygulanmaksızın, iki aşamalı bir self etch (Clearfil SE Bond) adeziv ve etch&rinse (Adper Single Bond) adeziv ile dentine yüzey ön işlemi yapıldıktan sonra uygulandı. 10 000 termal döngüyle yapay olarak yaşlandırılan örneklerin üniversal test cihazı kullanarak, makaslama bağlanma dayanımı değerleri belirlendi.
BULGULAR: Bağlanma dayanımına ait değişkenlerden cam iyonomer esaslı restoratif materyallerin farklılığı bağlanma dayanımını anlamlı olarak etkilemiştir (p <0,05). Çalışmada en yüksek bağlanma dayanımı değeri giomer+self etch adeziv (13,64±5,81 MPa) grubuna, en düşük değer Cam Karbomer+ etch&rinse adeziv (1,49±0,71 MPa) grubuna aittir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Farklı adeziv sistemlerin YVCIS, Giomer, RMCIS’ın dentine bağlanma dayanımını geliştirdiği, Cam karbomer üzerinde olumlu etkisi olmadığı söylenebilir.
INTRODUCTION: The aim of our study was to evaluate the shear bond strengths of the glass ionomer-based filler materials to the strong dentin by using different adhesive systems after thermocycling.
METHODS: The occlusal enamels of 120 human permanent third molar teeth without caries, cracks and fractures were cut with diamond separe under water cooling. Four glass ionomer based restorative materials: Glass Carbomer (GCP Dental, vianen, The Netherlands), Equia Forte (GC Corporation, Tokyo, Japan), Giomer (Beautifil-II, Shofu Inc., Kyoto, Japan), Photac-Fil Quick (3M, ESPE, USA) were applied to the prepared dentin surfaces after the dentine surface pretreatment with a two-step self-etch (Clearfil SE Bond) adhesive, etch&rinse (Adper Single Bond) adhesive, and without dentine adhesive. Then, the specimens were artificially aged with 10. 000 thermal cycles. Shear bond strength values were determined by using the universal testing device.
RESULTS: The difference of glass ionomer based restorative materials significantly affected the bond strength values (p <0.05). While the highest bond strength value was showed in the Giomer + self-etch bond group (13.64 ± 5.81 MPa) and the lowest value was observed in the Carbomer + etch&rinse bond group (1,49 ± 0,71 MPa).
DISCUSSION AND CONCLUSION: It can be concluded that different adhesive systems improve the bond strength of YVCIS, Giomer, RMCIS, but do not have a positive effect on Glass Carbomer.

9.
Gingivitis ve periodontitis hastalarında cerrahi olmayan periodontal tedavinin algılanan ağrı düzeyleri üzerine etkilerinin cinsiyetlere göre karşılaştırılması
Comparison of the effects of non-surgical periodontal treatment on perceived pain levels in gingivitis and periodontitis patients by gender
Fatma Uçan Yarkaç, Dilek Özkan Şen, Elif Öncü
doi: 10.5505/yeditepe.2021.31932  Sayfalar 116 - 122
GİRİŞ ve AMAÇ: Cerrahi olmayan periodontal tedavi hastalarda ağrıyla birlikte anksiyete ve strese neden olabilir. Hastaların ağrıyı ifade ediş şekilleri ve bireylerin ağrı algıları cinsiyetler arasında farklılık gösterir. Bu çalışmanın amacı, cerrahi olmayan periodontal tedavinin kadın ve erkek bireylerdeki ağrı algısı düzeyleri üzerine etkilerini değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 45’i kadın, 34’ü erkek toplam 79 birey dahil edildi. Bireylerin periodontal durumları plak indeks (Pİ), gingival indeks (Gİ), sondalamada kanama (SK) ve sondalanabilir cep derinliği (SCD) ölçümleriyle belirlendi. Hastaların anksiyete ve korku düzeyleri Modifiye Dental Anksiyete Skalası (MDAS) ve Dental Anksiyete ve Korku indeksi (IDAF-4C) ile ölçüldü. Cerrahi olmayan periodontal tedavi öncesi ve sonrası 1, 3 ve 7. günlerde hastaların ağrı algıları görsel analog skala ile belirlendi.
BULGULAR: Kadın ve erkek bireylerdeki periodontal teşhiş, Gİ, Pİ, SKİ ve SCD ölçümleri kıyaslandığında gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık gözlenmedi (p>0,05). MDAS ve IDAF-4C değerlendirildiğinde, gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık görüldü (p<0,05). Kadın bireyler erkek bireylere kıyasla daha yüksek anksiyete skorlarına sahipti (p<0,05). Cerrahi olmayan periodontal tedavi sonrası ağrı algısı skorları her iki grupta benzer şekilde 1. gün artış gösterirken, 3 ve 7. günlerde ağrı algısında anlamlı bir azalma olduğu gözlendi (p<0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmanın sonuçları doğrultusunda kadınların anksiyete seviyelerinin daha yüksek olduğu ve cerrahi olmayan periodontal tedavinin kadın ve erkek bireylerde benzer bir ağrıya neden olduğu söylenebilir. Cinsiyet dental anksiyete üzerine önemli bir faktörken, ağrı algısını üzerine etkili bir faktör değildir. Cerrahi olmayan periodontal tedavilerde kadın bireylerin daha yüksek anksiyeteye sahip olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.
INTRODUCTION: Non-surgical periodontal therapy (NPT) can cause anxiety and stress as well as pain in patients. The patients' perception and definition of pain differ between genders. The aim of this study was to evaluate the effects of NPT on pain perception levels in male and female patients.
METHODS: A total of 79 patients, 45 female and 34 male were included in the study. The periodontal status was determined by plaque index (PI), gingival index (GI), bleeding on probing (BoP), and probing pocket depth (PPD) measurements. Anxiety and fear levels of patients were measured with the Modified Dental Anxiety Scale (MDAS) and Dental Anxiety and Fear index (IDAF-4C). Patients’ pain perceptions were determined with visual analog scale on pre- and post-treatment 1, 3 and 7. days
RESULTS: No significant differences in the periodontal diagnosis, PI, GI, BoP and PPD measurements between the groups ÖZGÜN ARAŞTIRMA 117 7tepeklinik (p>0.05). There were significant differences in MDAS and IDAF-4C scores between the groups (p<0.05). Female had higher dental anxiety scores compared to male (p<0.05). After NPT, pain scores increased on 1. day, while there was a significant reduction in pain scores on 3 and 7 days in all groups (p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: According to the results of this study, it can be said that women have higher anxiety levels and non-surgical periodontal therapy causes similar pain in men and women. While gender is an important factor on dental anxiety, it is not an effective factor on pain perception. In NPTs, it should be taken into consideration that female patients have higher anxiety.

10.
Ağız, Diş ve Çene Radyolojisi hekimlerinin aydınlatılmış onam hakkındaki algı ve tutumları
The perceptions and attitudes of Dentomaxillofacial radiologists towards informed consent
Gülsün Akay, Melih Özdede, Özge Karadağ
doi: 10.5505/yeditepe.2021.87004  Sayfalar 123 - 127
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, Ağız, Diş ve Çene Radyolojisi (ADÇR) hekimlerinin diş hekimliği radyoloji uygulamaları açısından aydınlatılmış onam hakkındaki algı ve tutumlarının değerlendirilmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ülkemizdeki ADÇR bölümlerinde çalışan araştırma görevlileri, uzman diş hekimleri ve öğretim üyeleri, elektronik posta yoluyla anket çalışmasına davet edildi. Katılımcılar, demografik bilgilerini (yaş, cinsiyet, mesleki tecrübe, unvan, çalışılan kurum) ve aydınlatılmış onam ile ilgili soruları cevapladı. Ankete katılanların, anket soruları hakkındaki görüşlerinin değerlendirilmesinde Pearson ki-kare ve Fisher’ın tam olasılık testleri kullanıldı.
BULGULAR: Çalışmaya 34 erkek (%35,1) ve 63 kadın (%64,9) hekim dâhil olmuştur. Katılımcıların %87,6’sı dental radyoloji kliniklerinde aydınlatılmış onam alınması gerektiğini belirtmiş, %72,2’sinin işlem öncesinde onam aldığı tespit edilmiştir. Hekimlerin %61,9’u, hastalara radyasyon hakkında bilgi vermediğini ifade etmiştir. Aydınlatılmış onam alınmasına gerek olmadığını düşünen erkek katılımcılarının oranının, kadınlara göre yüksek olması istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,05). Üniversitede çalışan katılımcıların büyük çoğunluğu (%79,2) hastalardan onam alırken, özel kurumda ve Ağız, Diş Sağlığı Merkezi’nde çalışan hekimlerin yaklaşık yarısı onam aldığını belirtmişlerdir (p<0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma, ülkemizde çalışan ADÇR hekimlerinin çoğunun, dental radyografi işlemleri öncesinde aydınlatılmış onam aldığını ve bu konuda sorumluluklarının olduğunu düşündüklerini göstermiştir. Bununla birlikte, hekimlerin büyük bölümünün hastalara radyasyon hakkında bilgi vermedikleri tespit edilmiştir.
INTRODUCTION: This study aims to evaluate the perceptions and attitudes of dentomaxillofacial radiology (DMFR) specialists about informed consent in terms of dental radiology applications.
METHODS: Research assistants, specialists, and lecturers working in dentomaxillofacial radiology departments in our country were invited to the study via e-mail. The participants answered their demographic information (age, gender, professional experience, title, institution), and questions about informed consent. The Pearson chi-square and Fisher's exact tests were used to evaluating the opinions of the participants about the survey questions.
RESULTS: Thirty-four male (35.1%) and 63 female (64.9%) dentists were included in the study. Most of the participants (87.6%) stated that informed consent should be obtained in dental radiology clinics, and 72.2% of them were found to have obtained consent. More than half of the surveyors (61.9%) indicated that they did not give patients information about radiation. The rate of male participants who thought that they did not need informed consent was found to be higher than females (p<0.05). While the majority of the participants (79.2%) working in the university received consent from the patients, approximately half of the surveyors working in the private institutions or the public hospitals stated that they received informed consent (p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: This study showed that most of the DMFR physicians working in our country received informed consent and stated that they had responsibilities in this regard before dental radiography procedures. However, it was found that the majority of the surveyors did not inform patients about radiation.

11.
Konik ışınlı bilgisayarlı tomografi kullanarak dişli hastalarda maksiller sinüs anatomisinin morfometrik analizi: bir cinsiyet değerlendirme çalışması
Morphometric analyses of maxillary sinus anatomy in dentate patients using cone beam computed tomography: a gender assessment study
Güldane Mağat, Selçuk Hakbilen, Sevgi Ozcan
doi: 10.5505/yeditepe.2021.42103  Sayfalar 128 - 132
GİRİŞ ve AMAÇ: Cinsiyet tanımlaması klasik bir adli prosedürdür ve ölüm sonrası profil oluşturulmasında önemli bir adımdır. Bu çalışmanın amacı konik ışınlı bilgisayarlı tomografi (KIBT) taramaları ile elde edilen maksiller sinüs (MS) ölçümlerini kullanarak bireylerin cinsiyetini belirlemek ve bu ölçümlerin doğruluğunu araştırmaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada 20 ila 41 yaşları arasında tam dişli 207 bireyin (81 erkek ve 126 kadın) toplam 414 MS’si değerlendirildi. KIBT kullanılarak MS’nin uzunluğu (iç duvar), genişliği ve yüksekliği ölçüldü. Tanımlayıcı istatistikler, Mann Whitney-U testi ve diskriminant fonksiyon analizi kullanıldı. Tüm analizlerde, p<0.05'ten küçük değerler istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
BULGULAR: Sol üst MS yüksekliğinde erkekler ve kadınlar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulundu (p<0.05). Ancak, her iki taraftaki diğer MS ölçümlerinde erkekler ve kadınlar arasında anlamlı bir fark bulunmadı (p>0.05). Ek olarak, diskriminant fonksiyon analizi, MS yüksekliğinin cinsiyet gruplarının farklılaşmasındaki en önemli değişken olduğunu gösterdi. Cinsiyet değerlendirmesinin doğruluk oranı kadınlarda %53,8, erkeklerde %65,5 olarak bulundu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmanın sonucunda, sol MS yüksekliğinin cinsiyetler arasında anatomik olarak değişkenlik gösterdiği bulunmuştur. KIBT taraması MS’nin değerlendirilmesinde yararlı bir araçtır.
INTRODUCTION: Gender identification is a classical judicial procedure, and an important step in creating a post-mortem profile. The purpose of this study was to determine the gender of the individuals using maxillary sinus (MS) measurements obtained with cone beam computed tomography (CBCT) scans and to investigate the accuracy of these measurements.
METHODS: In this study, a total of 414 MSs of 207 individuals (81 males and 126 females aged between 20 and 41 years) with a complete dentition were evaluated. The length (internal wall), width and height of the MS were measured using CBCT. Descriptive statistics, Mann Whitney-U test and discriminant function tests were used. In all analyses, values less than p<0.05 were considered statistically significant.
RESULTS: A statistically significant difference was found between males and females only in the left MS height (p<0.05). However, no significant difference was found between genders with respect to other measurements of MSs on both sides (p>0.05). In addition, discriminant function analysis showed that MS height was the most significant variable in the differentiation of sex groups. The accuracy rate of gender assessment was 53.8% for females and 65.5% for males with a mean of 58.8%.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The results of the present study showed that the left MS height showed anatomical variability between genders. CBCT scanning is a useful tool for evaluating MS.

12.
Mandibulanın cerrahi olarak saatin tersi yönünde rotasyonundan sonra posterior açılı kondil üzerinde oluşan streslerin değerlendirilmesi
Evaluation of stress distribution on the posterior angled condyle after surgically counter-clockwise rotation of the mandible
Sevim Çakıltaş, Özge Doğanay, Nükhet Kütük
doi: 10.5505/yeditepe.2021.43827  Sayfalar 133 - 138
GİRİŞ ve AMAÇ: Ortognatik cerrahide yaygın olarak kullanılan sagittal split osteotomi (SSO) tekniği ile mandibulanın saatin tersi yönünde rotasyonu ve ilerletilmesi sonrası posterior açılı kondil üzerindeki streslerin ‘Sonlu Eleman Analizi’ (SEA) metodu ile incelenmesi ve 5 farklı mandibuler ilerletme modeli oluşturularak kondilde meydana gelen stres alanlarının, stabilite ve relaps problemlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda anterior açık kapanışı olan bir hastanın bilgisayarlı tomografi görüntüsü kullanılarak mandibula modeli oluşturulmuştur. Mandibula modeli üzerinde çift taraflı sagittal split osteotomi yapılarak 5 ve 10 mm ilerletme ve saatin tersi yönünde hareket işlemleri, ayrıca ilerletme sonrasında kemik segmentlerinin pasif ya da aktif fiksasyonu yapılarak 5 farklı kombinasyon oluşturulmuştur. Posterior açılı mandibuler kondil üzerine gelen baskı, gerilim ve Von Mises stresleri SEA metodu ile değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Mandibuler kondilde stres yoğunluğu mandibulanın ilerletme miktarına ve fiksasyon tekniğine göre değişmektedir. İlerletme miktarı arttıkça kondilin posterioru ve lateralinde stres miktarı artmaktadır. Fiksasyon aşamasında kondilin posterior açılanması gelen stres miktarını ve yoğunluğunu arttırmaktadır. Mandibuler ilerletmeden sonra gonial açıda görülen değişiklikler Model 2 (124.420) > Model 4 (125.610) > Model 3 (128.350) > Model 5 (129.300) şeklindedir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Mandibuler ilerletme ve saatin tersi yönünde rotasyon yaptırılan olgularda, mandibuler ilerletme miktarı arttıkça kondilin üzerine gelen stres miktarı artmaktadır. Mandibuler kondilin fiksasyon sırasında orijinal pozisyonunu korunmaması ve posteriora açılanması ile üzerine gelen stres miktarı daha da artmaktadır. Bu durumlarda gözlenen stres artışı relapsa neden olabilmektedir.
INTRODUCTION: Stress distributions on the posterior angled condyle after the counter-clockwise rotation and advancement of the mandible are investigated with the 'Finite Element Analysis' (FEA) method by performing sagittal split osteotomy (SSO) technique, which is widely used in orthognathic surgery, and the stress areas seen on the condyle of 5 different mandibular advancement models, stability and relapse problems was aimed to determine.
METHODS: In our study, a mandible model was created using computed tomography image of a patient with anterior openbite. On the mandible model, bilateral sagittal split osteotomy was performed, 5 different models were constituted after 5 and 10 mm advancement and counter-clockwise movement, and after then, passive or active fixation of the bone segments was performed. Von Mises, maximum and minimum principal stresses on the posterior angled mandibular condyle were evaluated using the FEA method.
RESULTS: The stress intensity on the mandibular condyle varies according to the advancement amount of the mandible and the fixation technique. As the magnitude of advancement increases, the amount of stress on the posterior and lateral of the condyle increases. Posterior angulation of the condyle during fixation increases the magnitude and intensity of the stress. Changes in the gonial angle after mandibular advancement are as Model 2 (124.420)> Model 4 (125.610)> Model 3 (128.350)> Model 5 (129.300).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In cases with mandibular advancement and counter-clockwise rotation, the amount of stress on the condyle increases as the amount of mandibular advancement increases. The amount of stress on the mandibular condyle increases even more when the original position is not preserved during fixation and so, it is deviated posteriorly. In these cases, the increased stress values can lead to relapse.

DERLEME
13.
Biyoaktif kompozit rezinler
Bioactive resin composites
Behiye Esra Özdemir, Çiğdem Çelik
doi: 10.5505/yeditepe.2021.63325  Sayfalar 139 - 147
Günümüzde, kompozit rezinler, estetik özellikleri nedeniyle yaygın olarak kullanılan restoratif materyallerdir. Bununla birlikte; polimerizasyon büzülmesi, kenar sızıntısı, renklenme ve sekonder çürük, kompozit rezinlerin en önemli başarısızlık sebepleri arasında yer almaktadır. Bu olumsuzlukların üstesinden gelmek için, remineralizasyon potansiyeline sahip, antimikrobiyal maddeler içeren yeni bioaktif materyallerin geliştirilmesiyle ilgili pek çok çalışma yapılmaktadır. Bu araştırmalar, demineralizasyonun azaltılması, sekonder çürüklerin engellenmesi, asitlerin nötralize edilmesi, biyofilm oluşumu ve asit üretiminin baskılanması, tersiyer dentin oluşumunun sağlanması ve pulpanın korunması konusunda umut verici sonuçlara sahiptir.
Nowadays, resin composites are widely used restorative materials due to their esthetic properties. However, polymerization shrinkage, microleakage, discoloration and secondary caries are the most important caueses of failure of resin composites. Many studies are being conducted on the development of new bioactive materials with remineralization potential and containing antimicrobial agents to overcome these disadvantages. These studies have promising results for degreasing demineralization, inhibiting secondary caries, neutralizing acid production, ensuring tertiary dentin formation and protecting the pulp.

14.
Apikal periodontitis ve sistemik hastalıklar ilişkisi
The relationship between apical periodontitis and systemic diseases
Beliz Özel, Güher Barut, Rabia Figen Kaptan
doi: 10.5505/yeditepe.2021.98698  Sayfalar 148 - 153
Sistemik hastalıklar ile endodontik enfeksiyonlar arasındaki ilişki günümüze kadar birçok çalışmada incelenmiştir. Yapılan çalışmalarda; ağız içinde bulunan tedavi edilmemiş, uzun süreli kronik inflamasyon varlığının, sistemik enflamasyonu etkileyerek, uzun dönemde sistemik hastalıkların gelişimine sebep olabileceği bildirilmektedir. Kronik enflamasyonun mikrobiyolojik ve immünolojik altyapısı, onun çeşitli sistemik hastalıkların patogenezinde rol oynayabileceği görüşünü desteklemektedir. Tedavi edilmemiş ve uzun süredir ağız içinde bulunan kronik enflamasyonun ve enfekte kök kanallarının sistemik hastalık oluşumuna olan etkisi, klinisyenlerin teşhis ve tedavi planlamasında büyük önem taşımaktadır. Bu derlemede, kardiyovasküler hastalıklar, karaciğer hastalıkları, kanama bozuklukları ve solunum yolu rahatsızlıkları ile kronik endodontik enfeksiyonlar arasındaki ilişki incelenmiştir.
Relationship between systematic diseases and endodontic infections has always been an attractive topic in dental research. Current studies have shown that the presence of untreated, chronic oral inflammation may affect the progress of additional systematic disorders in future. The microbiological and immunological background of chronic inflammation also suggests this opinion. Untreated, chronic inflammation present in the oral cavity and the affect of root canal treatment in systematic disease progress is highly important in a clinical point of view. This review assessed the possible relationship between chronic endodontic infections with cardiovascular, chronic liver, haematological, respiratory system disorders and diabetes.

LookUs & Online Makale