ISSN 1307-8593 | E-ISSN 2458-9586
7tepe Klinik Dergisi - Yeditepe J Dent: 19 (1)
Cilt: 19  Sayı: 1 - 2023
1.
2023-1 Cilt Tüm Dergi
2023-1 Vol Full Printed Journal

Sayfa I

2.
Kapak
Cover

Sayfa II

3.
İçindekiler
Contents

Sayfa III

ÖZGÜN ARAŞTIRMA
4.
Silika Jel Eklenmiş ProRoot Mineral Trioksit Agregatının Çeşitli Özelliklerinin İncelenmesi
The Effect of Silica Gel Addition on Selected Properties of ProRoot Mineral Trioxide Aggregate
Ayşe Karadayı, Fatıma Betül Baştürk, Dilek Türkaydın, Sanjay Miglani
doi: 10.5505/yeditepe.2023.32848  Sayfalar 4 - 9
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmamızın amacı, diş hekimliği pratiğinde sıklıkla kullanılan Mineral Trioksit Agregatı (MTA)'nın atmosferik nemle etkileşime girdiğinde fiziksel ve kimyasal özelliklerinde meydana gelen değişikliklerin incelenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmada kullanılan malzeme 0,5 gramlık ProRoot MTA (Dentsply Maillefer, İsviçre) paketleridir. Kontrol grubu olarak paketi yeni açılmış MTA kullanılmıştır. Deney gruplarında paketi 10 saniye açık bırakıldıktan sonra kapatılmış ve 1 ay bekletilmiş ProRoot MTA veya paketi her açıldığında 10 saniye açık kalacak şekilde, toplamda 2 kez açılıp kapatılmış ve 1 ay bekletilmiş ProRoot MTA kullanılmştır. Bu deney gruplarının yarısına paket ilk açıldığı an silika jel yerleştirilmiştir. Bu çalışmada incelenen fiziksel parametre push-out bağlanma dayanımı, kimyasal parametre ise X-Işını Kırınım (XRD) analizidir. Verilerin istatistiksel analizinde SPSS 23 programı kullanılmıştır.
BULGULAR: Grupların push-out bağlanma dayanımı değerleri birbirinden anlamlı derecede farklı bulunmuştur. PS1 grubu ortalaması, P1 ve P2 gruplarından istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksektir (p=0,036 < 0,05, p=0,014 < 0,05). Yapılan XRD analizinde gruplar arasında anlamlı bir fark bulunamamıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Açılıp kapatılan paketlerdeki MTA’nın bağlanma dayanımı olumsuz yönde etkilenmektedir. Bu durum MTA'nın atmosferik nemden etkilendiğini göstermektedir. XRD sonuçlarına göre silika jel eklenmesinin materyalin kimyasal özelliklerini etkilemediği düşünülürse, MTA paketlerinin içerisine konularak raf ömrünün uzatılması önerilebilir.
INTRODUCTION: The aim of this study was to investigate the changes in physical and chemical properties of Mineral Trioxide Aggregate (MTA) when it interacts with atmospheric moisture.
METHODS: ProRoot MTA packages containing 0.5 gram of white MTA were investigated. Fresh ProRoot MTA packages were served as the control group. MTA packages which were left open for 10 seconds were capped back and left for a month or MTA packages which were left open for 10 seconds once in every 15 day were capped back and investigated at the end of a month in the experimental groups. Half of these experimental groups featured a silica gel as a desiccant once the package was opened. Push-out bond strength and chemical characterlzation of both control and experimental groups were analyzed.
RESULTS: The push-out bond strength values of the groups were significantly different from each other. PS1 group was significantly higher than the P1 and P2 groups (p = 0.036 <0.05, p = 0.014 <0.05). No significant differences were found between the groups in the XRD analysis.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The push-out bond strength of MTA in opened packages were adversely affected. This showed that the material was affected by the athmospheric moisture. Considering the fact that the silica gel did not interfere with the elemental analysis of the material, the addition of silica gel into the MTA packages might be recommended to extend its shelf-life.

5.
İstanbul’da yaşayan bir grup çocuğun büyük azı-kesici hipomineralizasyonu gözlenen dişlerinde lezyon dağılım ve karakteristiklerinin değerlendirilmesi
The evaluation of lesion distribution and characteristics in teeth with molar-incisor hypomineralization of a group of children living in Istanbul
Berkant Sezer, Nihan Tuğcu, Cansu Çalışkan, Başak Durmuş, Betül Kargül
doi: 10.5505/yeditepe.2023.14238  Sayfalar 10 - 16
GİRİŞ ve AMAÇ: Büyük azı-kesici hipomineralizasyonu (BAKH), etkilenen dişlerde beyaz/krem rengi ve/veya sarı/kahverengi sınırlı opasiteler, sürme sonrası mine yıkımı, atipik çürük ve restorasyonların izlendiği gelişimsel bir mine defektidir. Bu çalışmanın amacı, BAKH gözlenen dişlerde lezyon dağılım ve karakteristiklerinin değerlendirilmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya dahil edilen BAKH tanısı konulan 8-12 yaşları arasındaki 70 hastanın 542 adet dişi Avrupa Çocuk Dişhekimliği Akademisi kriterlerine göre değerlendirilerek, lezyonların dağılım ve karakteristikleri ile farklı dişlerde kombine biçimde gözlenen defektler belirlenmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistikler ve ki-kare testi, yaş ile etkilenen diş sayısı arasındaki ilişkinin tespitinde Spearman korelasyon analizi kullanılmıştır.
BULGULAR: Tüm dişlerde %64,2 oranında BAKH’ye bağlı defektler gözlenirken, büyük azı dişlerin etkilenme oranı %85,7, kesici dişlerin etkilenme oranı %53,9 olarak bulunmuştur. En çok etkilenen diş %91,4 oranla sol alt birinci büyük azı diş iken, en az etkilenen diş %41,4 oranla sol alt santral kesici diştir. Lezyon karakteristikleri açısından kesici dişlerde en sık beyaz/ krem rengi opasiteler, büyük azı dişlerde atipik çürükler gözlenmiştir. Hastaların %67,1’inde tüm büyük azı dişlerde lezyon tespit edilmiştir. Yaş ile etkilenen büyük azı diş sayısı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon gözlenmezken (p=0,686), kesici diş ve toplam etkilenen diş sayısı ile yaş arasında anlamlı bir ilişki olduğu gözlenmiştir (sırasıyla, p=0,003 ve p=0,004).
TARTIŞMA ve SONUÇ: BAKH’nin lezyon dağılım ve karakteristikleri bireyler ve etkilenen dişler arasında değişiklik göstermektedir.
INTRODUCTION: Molar-incisor hypomineralization (MIH) is a developmental enamel defect in which white/creamy and/or yellow/brown demarcated opacities, post-eruptive enamel breakdown, atypical caries and restorations are observed. The aim of the study was to evaluate the distribution and characteristics of lesions in teeth with MIH.
METHODS: 542 teeth of 70 patients between the ages of 8-12 who were diagnosed MIH according to the European Academy of Pediatric Dentistry criteria, selected from the university dental clinic, included in the study. Distribution, characteristics and combined-defects in teeth with MIH were determined. Descriptive statistics and chi-square test were performed to evaluate the data, and Spearman correlation analysis was used to determine the relationship between age and the number of affected-teeth.
RESULTS: While defects due to MIH were observed at a rate of 64.2% in all teeth, this rate was found to be 85.7% in first molars and 53.9% in incisors. The most affected teeth were the left lower first molars with a rate of 91.4%, while the least affected teeth were the left lower central incisors with a rate of 41.4%. White/creamy opacities were the most common in incisors, and atypical caries in molars were observed. Lesions were detected in all molars in 67.1% of the patients. While there was no statistically significant correlation between age and the number of affected-teeth (p=0.686), a significant correlation was observed between the number of incisors and total affected- teeth and age (p=0.003 and p=0.004, respectively).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Lesion distribution and characteristics of MIH vary within and between individuals and affected- teeth.

6.
Periodontal Hastalık İle Uyku Süresi Arasındaki İlişkinin Değerlendirilmesi
Evaluatıon of The Relationship Between Perıodontal Dısease And Sleep Duratıon
Ahu Dikilitaş, Şehrazat Evirgen, Fatih Karaaslan, Emine Nur Köroğlu
doi: 10.5505/yeditepe.2023.12599  Sayfalar 17 - 24
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı periodontal hastalık ile uyku süresi arasındaki ilişkiyi değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma, demografik bilgiler ve uyku süresi ile ilgili soruları içeren bir veri toplama formu ve klinik muayeneden oluştu. 08.12.2020 tarihi ile 15.03.2021 tarihleri arasında fakültemize başvuran 194 hasta 2017 Dünya Çalıştayına göre teşhis edildi ve sınıflandırıldı. Klinik periodontal değerlendirmede tüm ağız plak indeksi (Pİ), gingival indeks (Gİ), sondalamada kanama indeksi (SKİ), sondlanan cep derinliği (SCD) ve klinik ataşman kaybı (KAK) ölçüldü. Bütün periodontal ölçümler kalibre bir periodontist tarafından (AD) periodontal sond (Williams, Hu-Friedy, Chicago, IL) ile yapıldı. Bireyler bozulmamış periodonsiyumda klinik gingival sağlık (S-GS), gingivitis (G), azalmış periodonsiyumda klinik gingival sağlık (A-GS), gingival enflamasyon ile beraber görülen azalmış periodonsiyum (A-GE) ve periodontitis (P) olarak gruplandırıldı. Periodontitis hastaları ise kendi içinde evre ve derecelerine göre gruplandırıldı. İstatiksel değerlendirme için Ki kare, Kruskal- Wallis testi, Mann-Whitney U, ve Lojistik regresyon testleri kullanıldı.
BULGULAR: Yaşları 18-71 arasında değişen bireylerin ortalama yaşı 41,23± 13,51'dır. Toplam 194 bireyin 64’ü erkek, 130’u kadındır. S-GS bireylere ait ortalama uyku süresi (7,67), A-GS, A-GE ve P gruplarında yer alan bireylere ait ortalama uyku sürelerinden (7,05- 7,05-7,17) anlamlı derecede yüksektir (p=0,017). Ayrıca G grubunda yer alan katılımcılara ait ortalama uyku süresi (7,72), A-GS, A-GE ve P gruplarında yer alan katılımcılara ait ortalama uyku sürelerinden (7,05- 7,05- 7,17) anlamlı derecede yüksektir (p=0,017). Periodontitise sahip bireylerin sayısı 66’dır. Periodontitise sahip bireylerin ortalama uyku süresi açısından evreleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmaktadır (p=0,049). Dereceleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p=0,392).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Periodontal sağlıklı bireylere ait ortalama uyku süreleri periodontal hastalıklı bireylerden yüksektir. Kısa uyku süresinin periodontitis ile ilişkili olduğu görülmüştür. Uyku süresinin ideal olması periodontitis için önleyici ve tedavi edici yaklaşımlarda yer alabilir.
INTRODUCTION: Aim of this study is evaluated the association between periodontal diseases and sleep duration.
METHODS: This study consisted of a data collection form, including questions about demographic information and sleep duration, plus a clinical examination. 194 patients who applied to faculty between 08.12.2020 and 15.03.2021 were diagnosed and classified according to the 2017 World Workshop. Whole mouth plaque index (PI), gingival index (GI), bleeding on probing (BOP), probing pocket depth (PPD), and clinical attachment loss (CAL) were measured for clinical periodontal evaluation. All periodontal measurements were made by a calibrated periodontist (AD) with a periodontal probe (Williams, Hu- Friedy, Chicago, IL). Individuals were grouped as clinical gingival health in intact periodontium (H-GH), gingivitis (G), clinical gingival health in reduced periodontium (RGH), reduced periodontium with gingival inflammation (R-GI) and periodontitis (P). Periodontitis patients were evaluated according to their stages and grades. Chi square, Kruskal-Wallis,Mann-Whitney U and Logistic regression tests were used for statistical evaluation.
RESULTS: The mean age of individuals aged between 18- 71 was 41.23±13.51. Of the total 194 individuals, 64 are men and 130 are women. The mean sleep duration of H-GH individuals (7.67) was significantly higher than the individuals in the R-GH, R-GI and P groups (7.05- 7.05- 7.17) (p=0.017). In addition, the mean sleep duration of the participants in the G group (7. 72) was significantly higher than the participants in the R-GH, R-GI and P groups (7.05- 7.05- 7.17) (p=0.017). The number of individuals with periodontitis was 66. There is a statistically significant difference among periodontitis stages in individuals in terms of mean sleep duration (p=0.049). There is no statistically significant difference between their grades (p=0.392).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The average sleep duration of periodontal healthy individuals is higher than that of individuals with periodontal disease. Short sleep duration has been found to be associated with periodontitis. Ideal sleep duration can be included in preventive and therapeutic approaches for periodontitis.

7.
Kalsiyum sillikat esaslı materyallerin farklı yapılardaki dentin mikrosertliğine etkisi
The effect of calcium silicate-based materials on the microhardness of different dentin structures
Huriye Sena Gökgöz, Cihan Küden, Oğuz Yoldaş
doi: 10.5505/yeditepe.2023.09327  Sayfalar 25 - 30
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, kalsiyum silikat esaslı MTA ve Endosequence BC materyallerinin kanal içinde ve dentin yüzeyinde meydana getirdiği mikrosertlik değişiminin incelenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada 100 adet çekilmiş çürüksüz (50 premolar, 50 üçüncü molar) insan dişi kullanıldı. Premolar diş köklerinin ve molar diş kronlarının orta üçlüsünden 2 mm kalınlığında kesitler elde edildi. Kesitlerin başlangıç Knoop sertlik değerleri kadedildi. Kesitler rasgele 6 gruba ayrıldı. Grup PEBC: Premolar diş kesitlerinin kök kanalı içerisine Endosequence BC uygulandı. Grup MEBC. Molar diş kesitlerin dentin yüzeyine Endosequence BC uygulandı. Grup MMTA: Molar diş kesitlerinin dentin yüzeyine MTA uygulandı. Grup PMTA: Premolar diş kesitlerinin kök kanalı içerisine MTA uygulandı. Grup PK ve Grup MK: Materyal uygulanmayan premolar ve molar diş kesitleri kontrol grubu olarak belirlendi. 21 gün 37°C de bekletilen örnekler etüvden çıkarılarak sertlik ölçümleri tekrarlandı. ANOVA ve Scheffe post hoc testi ile gruplar arasındaki anlamlı fark %95 anlamlılık düzeyinde analiz edilmiştir.
BULGULAR: Her iki materyal kontrol gruplarına göre anlamlı derecede dentin sertlik azalmasına yol açmıştır (p <.05). Materyallerin dentin yüzeyine uygulanması kök kanal içerisine uygulanmasına göre her iki materyal için önemli derecede sertlik değişimine neden olmuştur (p <.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: MTA ve Endosequence BC materyalleri dentin sertliğini azaltmıştır.
INTRODUCTION: The aim of this study is to examine the microhardness change caused by calcium silicate-based MTA and Endosequence BC materials in the canal and on the dentin surface.
METHODS: A total of 100 extracted caries-free (50 premolar, 50 third molar) human teeth were used in this study. Sections of 2 mm thickness were obtained from the middle third of premolar tooth roots and molar tooth crowns. The initial Knoop hardness values of the sections were measured. Sections were randomly divided into 6 groups. Group PEBC: Endosequence BC was applied into the root canal of premolar tooth sections. Group MEBC: Endosequence BC was applied to the dentin surface of the molar tooth sections. Group MMTA: MTA was applied to the dentin surface of molar tooth sections. Group PMTA: MTA was applied into the root canal of premolar tooth sections. Group PK and Group MK: Premolar and molar tooth sections without material were determined as the control group. The samples, which were kept at 37°C for 21 days, were removed from the incubator and their microhardness measurements were repeated. Significant difference between groups was analyzed with ANOVA and Scheffe post hoc test at 95% significance level.
RESULTS: Both materials caused a significant reduction of dentin microhardness compared to the control groups (p <.05). The application of the materials to the dentin surface caused a significant change in microhardness for both materials compared to the application into the root canal (p <.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: MTA and Endosequence BC materials reduced dentin microhardness.

8.
Kamuflaj ve ortognatik cerrahi ile tedavi edilen sınır sınıf ııı vakalarda çekicilik algısının ortodontistler, oral cerrahlar ve meslekten olmayan bireyler arasında karşılaştırılması
Comparison of perception of attractiveness in borderline class ııı cases treated with camouflage and orthognathic surgery among orthodontists, oral surgeons, and lay people
Elif Dilara Şeker, Berza Yılmaz, Fatma Betül Yücel, Deniz Yenidünya
doi: 10.5505/yeditepe.2023.04557  Sayfalar 31 - 37
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, ortodontik kamuflaj ve ortognatik cerrahiyle tedavi edilmiş benzer iskeletsel anomaliye sahip hastaların yumuşak doku profillerinin, ortodontistler, oral cerrahlar ve meslekten olmayan bireyler tarafından değerlendirilmesi ve estetik algı farklılıklarının incelenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada iskeletsel Sınıf III maloklüzyona sahip, ortodontik kamuflaj (9 kadın hasta) ve ortognatik cerrahi (9 kadın hasta) ile tedavi edilmiş hastaların Adobe Photoshop programı kullanılarak karartılmış profil siluetleri kullanılmıştır. 75 ortodontist, 47 cerrah ve 219 meslekten olmayan birey olmak üzere toplamda 341 kişiden oluşan katılımcılar oluşturulan siluetleri 1 ile 10 arasında ayarlanmış bir VAS skalası kullanarak değerlendirmiştir. Ayrıca katılımcılardan tüm görseller arasından en itici ve en çekici profilleri seçmeleri istenmiştir.
BULGULAR: Her bir grup kamuflaj hastalarını ortognatik cerrahi hastalarından daha düşük skorlamıştır. Bununla birlikte meslekten olmayan bireyler profilleri klinisyenlere göre istatistiksel olarak anlamlı olacak şekilde daha az çekici bulmuşlardır (p<0.05). Tüm katılımcıların en itici olarak değerlendirdikleri profil kamuflaj hastalarından belirgin çene ucu protrüzyonunun olduğu profiller olurken, en çekici bulunan profil için de tüm gruplar benzer seçimler yapmışlardır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Tüm gruplar ortognatik cerrahi geçirmiş hastaların yumuşak doku profil siluetlerini, kamuflaj tedavisine kıyasla daha çekici olarak algılanırken, meslekten olmayan bireyler hem kamuflaj hem de cerrahi hastalarına ait profilleri klinisyenlere kıyasla anlamlı şekilde daha az çekici bulmuşlardır.
INTRODUCTION: The aim of this study is to evaluate the perception of attractiveness of the soft tissue profiles of patients with similar skeletal anomalies treated with orthodontic camouflage and orthognathic surgery by orthodontists, surgeons and lay people.
METHODS: In this study, black soft tissue profile silhouettes of patients with skeletal Class III malocclusion treated with orthodontic camouflage and orthognathic surgery were used. Participants were composed of 341 participants, 75 orthodontists, 47 surgeons and 44 laypeople and they rated the dark profile silhouettes using a VAS scale of 1 to 10. The participants were asked to choose the most and less attractive profiles among all the visuals.
RESULTS: All groups rated the profile attractiveness of camouflage patients lower than the orthognathic surgery patients. However, laypersons scored the profiles statistically significantly lower than clinicians (p<0.05). While the profiles with prominent chin in the camouflage patients were ranked as least attractive. A profile in the orthognathic surgery group was ranked as most attractive by the clinicians, while the profiles that were found most attractive for all groups were similar.
DISCUSSION AND CONCLUSION: All groups perceived the soft tissue profile silhouettes of the patients who had undergone orthognathic surgery to be more attractive compared to camouflage treatment, while lay people found the profiles of both camouflage and surgical patients significantly less attractive compared to clinicians.

9.
Sinterizasyon prosedürünün monolitik zirkonyanın optik özelliklerine ve dayanımına etkisi
Effect of sintering procedure on optical properties and strength of monolithic zirconia
Haydar Albayrak, Ravza Eraslan
doi: 10.5505/yeditepe.2023.53254  Sayfalar 38 - 45
GİRİŞ ve AMAÇ: Farklı sinterizasyon prosedürlerinin farklı kalınlıklardaki monolitik zirkonun (MZ) optik özelliklerine etkisini inceleyen çalışmalar sınırlıdır. Bu çalışmanın amacı sinterizasyon prosedürü ve kalınlığın MZ’nin translusensi, opalesans ve biaksiyel kırma dayanımına (BKD) etkisini değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Disk şeklinde 40 adet örnek presinterize zirkonya bloktan kazınmış ve kalınlıklarına göre (0,6 ve 1,2 mm) iki gruba (n=20) ayrılmıştır. Her bir gruptaki numuneler standart (S) ve hızlı (H) prosedürlere göre sinterize edilerek alt gruplara (n=10) ayrılmıştır: Standart 0,6mm, standart 1,2mm, hızlı 0,6mm, hızlı 1,2mm. Ardından her bir numunenin kontrast oranı (KO) ve opalesans parametresi (OP) hesaplandı. Optik özelliklere ait veriler 2-yönlü varyans analiziyle (α=0,05), BKD verileri aynı kalınlık grubu içerisinde bağımsız örneklerde t testleri ile karşılaştırıldı (α=0,05).
BULGULAR: KO ve OP üzerinde kalınlığın ve sinterizasyonun etkisi istatistiksel olarak anlamlıdır (p<0,001). Grup-1,2’nin KO (0,72±0,1; p<0,001) ve OP (3,28±0,16; p<0,001) değerleri grup- 0,6’ya (KO=0,62±0,02; OP=3,06±0,2) göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksektir. Hızlı sinterize edilmiş tüm örneklerin KO (0,66±0,06; p<0,001) ve OP (3,12±0,25; p<0,05)’si standart sinterize edilmiş tüm örneklere (KO=0,68±0,05; OP=3,22±0,13) göre istatistiksel olarak anlamlı derecede düşüktür. Grup S-1,2 ile H-1,2’nin BKD değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktur (p=0,309).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmanın sınırları içerisinde, kalınlığın translüsensi üzerindeki etkisi çıplak gözle algılanabilirken, sinterizasyon prosedürünün ektisi algılanamaz. 0,6 mm’lik kalınlıkta hazırlanan MZ restorasyonların standart prosedürle sinterlenmesi önerilir.
INTRODUCTION: Studies that researched the effect of different sintering procedures on the optical properties of monolithic zirconia( MZ) with different thicknesses are limited. The purpose of this in vitro study was to investigate the effects of sintering procedure and thickness on the translucency, opalescence and biaxial flexural strength (BFS) of MZ.
METHODS: Forty disc-shaped MZ specimens were milled with presinterized-zirconia blank and divided into (n=20) two groups according to thicknesses (0.6 and 1.2mm). Each groups was sintered according to two different (standard [S] and fast [F]) sintering procedures then divided into two subgroups (n=10): Standart 0.6 mm, standart 1.2 mm, fast 0.6 mm, fast 1,2 mm. After that, contrast ratio (CR) and opalescence parameter (OP) were calculated. Data of optical parameters were analyzed with two-way analysis of variances (α=.05). The data of strength were analyzed by independent sample t-tests within the same thickness groups (α=.05).
RESULTS: The effect of thickness and sintering on CR and OP was statistically significant (p<.001). CR (0.72±0.1; p<.001) and OP (3.28±0.16; p<.001) values of group-1.2 were statistically significantly higher than group-0.6 (CR=0.62±0.02; OP=3.06±0.2). CR (0.66±0.06; p<.001) and OP (3.12±0.25; p<.05) values of all fast sintered samples were statistically significantly lower than all standard sintered samples (CR=0.68±0.05; OP=3.22±0.13). There was no statistically significant difference between BFS values of Group S-1.2 and F-1.2 (p=.309).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The effect of the thickness on the translucency is perceivable by the naked-eye, while the effect of the sintering procedure is not. It is recommended to MZ restorations with 0.6 mm are sintered by standard procedure.

10.
Farklı estetik kompozit rezinlerin renk stabilitesi ve su emilimlerinin incelenmesi
The investigation of color stability and water absorption of different aesthetic composite resins
Begüm Evran, Elif Pınar Bakır
doi: 10.5505/yeditepe.2023.09709  Sayfalar 46 - 52
GİRİŞ ve AMAÇ: Araştırmalara göre, kabul edilemez renklenmeler anterior kompozit restorasyonların değiştirilmesinin en büyük nedenleri arasındadır. Renk değişiminin önlenmesi, restorasyonların uzun ömürlü olması açısından çok önemlidir. Bu çalışmadaki amaç, anterior bölgede kullanılan kompozit rezinleri, renk değişimi ve su emilimi açısından karşılaştırarak değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda nanohibrit, nanofil, mikrofil, mkrofil hibrit dolduruculu, ormoser ve giomer olmak üzere 9 farklı kopmozit kullanıldı. Her materyalden 40, toplam 360 örnek hazırlandı. İki mm derinliğinde 10 mm çapında teflon kalıplara kompozit rezinler yerleştirildi, LED ışık kaynağı (Guilin Med. Ins., Çin) kullanılarak üretici firmanın önerileri doğrultusunda polimerize edildi. Bitirme (Soflex, 3M, Almanya) ve cila (Kompozit Cila Lastiği, Kenda, Tayvan) işlemleri uygulandı. Renk stabilitesi için örnekler 37°C'lik distile suda 24 saat bekletildi, ilk renk ölçümleri VITA Easyshade® V (VITA Zahnfabrik, Almanya) kullanılarak yapıldı. Ardından her materyalden 10 örnek içerecek şekilde gruplandırılan materyaller; çay, kahve ve distile suya daldırıldı. Su emilimi için, her materyalden 10 adet örneğin ağırlığı hassas terazi ile ölçüldü. Tüm örneklerin renk ve ağırlık ölçümleri 1 gün, 1 hafta, 1 ay ve 6 ay sonunda tekrarlandı. İstatistiksel yöntem olarak Kruskal Wallis ve Mann Whitney U testleri kullanıldı.
BULGULAR: Renk stabilitesi açısından her ölçümde materyaller arasında anlamlı fark (p<0,05) olduğu saptandı. Farklı doldurucu içerikli kompzitlerin renk stabiliteleri arasında anlamlı fark (p<0,05) olduğu belirlendi. Farklı doldurucu içerikli materyaller arasında su emilimi açısından anlamlı fark olduğu (P=0,0000) tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Her kompozit rezinin renk stabilitesi ve su emiliminin anlamlı derecede farklı olduğu belirlendi. Su emilimi ve renklenme arasında, literatürde farklı sonuçlar da bulunmasına rağmen, pek çok çalışmayı destekleyecek şekilde doğrudan bir ilişki kurulamayacağı sonucuna varıldı.
INTRODUCTION: According to the many researches, the unacceptable discoloration on the restoration is among the biggest reasons for changing the anterior composite restorations. Preventing color change is extremely important in terms of providing longer-lasting restorations. The aim of this study is to compare and evaluate the composite resins used in the anterior in terms of color change and water absorption.
METHODS: In this study, 9 different esthetic composites and 3 solutions were used. Totally 360 samples, 40 of each material were prepared. Sapmles were prepared in teflon molds with a depth of 2 mm and a diameter of 10 mm. Finishing and polishing were applied and every material was separated into 4 groups. The first color measurements for color stability were made using VITA Easyshade V (VITA Zahnfabrik, Bad Sackingen, Germany). Then the materials were grouped to contain 10 samples of each material; submerged in tea, coffee and distilled water. For water absorption, the weight of 10 samples of each material was measured with a precision balance. All measurements were repeated at 1 day, 1 week, 1 month, and 6 months. Kruskal Wallis and Mann Whitney U tests were used as statistical methods.
RESULTS: It was determined that there is a significant difference between the materials in each measurement in terms of color stability (p<0.05) and water absorption (P=0.000).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The color stability and water absorption of each composite resin were significantly different from each other. It was concluded that there was no direct relationship between water absorption and coloration.

11.
İlaca Bağlı Çene Kemiği Osteonekrozu Modelinde Vasküler Endotelyal Büyüme Faktörü Ekspresyonunun İmmünhistokimyasal Olarak İncelenmesi
Immunohistochemical Investigation of Vascular Endothelial Growth Factor Expression in Medication-Related Osteonecrosis of the Jaw
Gül Merve Yalçın Ülker, Alev Cumbul, Gonca Duygu, Ünal Uslu, Mehmet Kemal Şençift
doi: 10.5505/yeditepe.2023.48991  Sayfalar 53 - 59
GİRİŞ ve AMAÇ: Bifosfonatlar (BP) kemikte anjiogenezis ve neovaskülarizasyon olaylarında değişiklilere neden olarak, ilaca bağlı çene kemiği osteonekrozunda (İÇKON) bu durumun etkili olduğu düşünülmektedir. Pamidronat ve zoledronat (ZA) tedavilerinin kan serumunda vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF) seviyelerinde azalmaya sebep olduğu bilinmektedir. Bu deneysel çalışmanın amacı BP uygunlanmış sıçanlarda oluşturulan osteonekroz modelinde kemikte VEGF ekspresyonu seviyesinin immünhistokimyasal yöntemler ile incelenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda osteonekroz modeli oluşturmak amacı ile dişi Sprague-Dawley sıçanlara (n = 14) 8 hafta boyunca ZA enjeksiyonu yapılmıştır. Bu sürenin sonunda sıçanların sol alt ikinci molarları çekilmiş ve sakrifikasyon öncesinde 8 hafta daha beklenmiştir. İmmünhistokimyasal boyama sonrasında VEGF ekspresyonu, dağılım ve yoğunluk açısından değerlendirilmiştir. Enflamasyonun değerlendirilmesi planlanan dokular da Hematokisilin&Eozin ile boyanmıştır.
BULGULAR: Kontrol grubu ile deney grubu (ZA) VEGF ekspresyonu açısından karşılaştırıldıklarında ZA grubunda dağılım ve yoğunluk kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksektir (49,73 ± 1,222/13,27 ± 0,279; P < 0.001). Deney grubunda gözlenen enflamatuvar reaksiyon kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (0/2,5 ± 0,58; p=0,003).
TARTIŞMA ve SONUÇ: ZA’nın kemik iyileşmesi ve enflamasyon gibi parametrelere etkisini gösteren birçok deneysel ve klinik çalışma mevcuttur; fakat yazarların bilgisi dahilinde bu çalışma ZA’nın kemikte VEGF ekspresyonuna etkisinin incelendiği ilk deneysel çalışmadır. ZA sebebi ile kemik dokusunda meydana gelen aşırı enflamatuvar reaksiyon sebebi ile kan serumdaki seviyelerinin aksine kemik dokusunda VEGF ekspresyonunun arttığı gözlenmiştir. Bu çalışmanın sonuçları ZA’nın kemikte VEGF ekspresyonunu aşırı artırarak kemik iyileşmesi üzerinde negatif bir etkisi olabileceğini göstermiştir. Bu yolağın anlaşılabilmesi için daha detaylı moleküler çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır.
INTRODUCTION: Bisphosphonates (BPs) root changes in angiogenesis and neovascularisation on bone and it might be one of the features triggering medication-related osteonecrosis of the jaw (MRONJ). It was claimed that pamidronate and zoledronic acid (ZA) therapy decreases vascular endothelial growth factor (VEGF) levels in serum. The purpose of this experimental study is to examine VEGF expression levels in the bone of ZA-affected rats with immunohistochemical techniques.
METHODS: Female Sprague-Dawley rats (n = 14) received ZA for 8 weeks to generate an osteonecrosis model. The left mandibular second molars were extracted. After extraction, it has been waited for scarification for 8 weeks. VEGF immunoreactivities incorporated both intensity and distribution of staining (H Score). Tissues that were planned to be evaluated for inflammation were also stained with Hematoxylin & Eosin.
RESULTS: The VEGF expression was significantly higher in the bone of ZA group compared to control (49,73 ± 1,222 versus 13,27 ± 0,279, respectively; P < 0.001). The inflammatory reaction observed in the experimental group was found to be significantly higher than the control group (0 versus 2,5 ± 0,58, respectively; p=0,003).
DISCUSSION AND CONCLUSION: There are many studies investigating the effect of ZA on bone formation and inflammation, but this is the first experimental study presenting VEGF levels in the BP-affected bone. Due to the excessive inflammatory reaction in the bone tissue due to ZA, it was observed that the expression of VEGF in the bone tissue increased in contrast to the levels in the blood serum. The results showed ZA may have an over-expressing effect on VEGF in the bone and this may have a negative effect on bone healing. More detailed molecular studies are needed to understand this pathway.

DERLEME
12.
Bitkisel beslenmenin ağız ve diş sağliği üzerine etkisi
Effect of plant based diet on oral and dental health
Ebru İmren, Yeliz Güven
doi: 10.5505/yeditepe.2023.76768  Sayfalar 60 - 67
Bitkisel beslenme şekli özellikle genel sağlık üzerindeki olumlu etkileri nedeniyle giderek daha popüler hale gelmektedir. Bitki temelli beslenme, bir ucunda tüm hayvansal ürünlerin tüketiminin terk edildiği vegan beslenme biçimi, diğer ucunda ağırlıklı olarak bitkisel ürünlerin tüketildiği ancak balık, kümes hayvanları, yumurta ve süt ürünleri gibi ürünlerin serbest olduğu beslenme şekli bulunan çok geniş bir kavramdır. Günümüzde bitki temelli beslenmenin genel sağlık üzerine etkileri ile ilgili araştırmaların oldukça artmış olduğu gözlenmekle beraber, bitkisel beslenen bireylerde ağız-diş sağlığına ilişkin çok az veri bulunmaktadır. Bu derlemede, bitkisel beslenen bireylerde ağız-diş sağlığı ve oral mikrobiyom ile ilgili çalışmaların değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Çalışmaların büyük kısmında bitkisel beslenme ile diş çürüğü, dental erozyon ve periodontal sağlık ilişkisi araştırılmıştır. Yapılan çalışmalarda farklı sonuçlar bildirilse de çürük ve erozyon riski bakımından bu bireylerin dikkatli değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Bitkisel beslenmenin oral mikrobiyota ve tükürük yapısındaki değişimleri ile ilgili sınırlı sayıda çalışma bulunmaktadır. Oral mikrobiyatının beslenme alışkanlıkları karşısındaki değişimini araştıran çalışmaların önemli bir kısmı, oral mikrobiyal topluluğun şekillenmesinde beslenmenin önemli bir etkisi olmadığını bildirmektedir. Ancak bu konuda daha geniş kapsamlı çalışmaların planlanması ve daha uzun süreli bitkisel beslenme şeklini uygulayan bireylerin dahil edilmesi ile kanıt düzeyi daha yüksek sonuçların elde edileceği düşünülmektedir.
Plant-based dietary patterns are becoming increasingly popular because of a variety of reported health benefits to overall health. The concept of plant-based diet varies widely in definition, ranging from exclusion of all animal products as in vegan diets to having predominantly vegetables while including fish, poultry, egg or dairy products. Although research on the effects of plant-based diets on general health has increased considerably, there are very few data on oral-dental health in individuals who have a plant-based diet. In this review, it is aimed to evaluate the studies on oral health and oral microbiome in individuals who have a plant based diet. In most of the studies, the relationship between the plant based diet pattern and tooth decay, dental erosion and periodontal health has been investigated. Although different results have been reported in the studies, it is emphasized that these individuals should be evaluated carefully in terms of caries and erosion risks. There are limited studies investigating the effect of plant based diet on oral microbiota and saliva structure. A significant portion of the studies investigating the change of oral microbiota against dietary habits report that dietary pattern does not have a significant effect on the formation of the oral microbial community. However, it is thought that higher evidence level results will be obtained by planning wider studies on this subject and including individuals who follow a longer-term plant based diet.

13.
COVID-19’da Gözlenen Oral Bulgular: Literatür Derlemesi
Oral Findings Observed in COVID-19: Literature Review
Feyza Otan Özden, Emel Karaman
doi: 10.5505/yeditepe.2023.33716  Sayfalar 68 - 74
COVID-19 şiddetli akut solunum sendromu koronavirüsü 2 (SARS-CoV-2)'nin neden olduğu bulaşıcı bir enfeksiyon hastalığıdır. Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemik bir hastalık olarak ilan edilen COVID-19, kısa sürede tüm dünyada büyük bir halk sağlığı sorunu haline gelmiştir. Virüs temel olarak damlacık ve temas yoluyla bulaş göstermektedir. Bu derlemede, COVID-19 hastalığında görülebilen oral bulgular güncel çalışmalarla değerlendirilmiştir. Sınırlı vaka raporlarında tat kaybı, aft benzeri lezyonlar, oral ülserler, herpetiform ülserler, angular cheilitis, nekrotizan gingivitis, eritema multiforme benzeri lezyonlar rapor edilmiştir. COVID-19 ve oral bulguları arasındaki ilişki SARS-CoV-2 nin oral mukoza hücrelerine direkt veya indirekt etkisi, fırsatçı enfeksiyonlar, immün sistem yetmezliği ve tedavi amacı ile kullanılan ilaçların yan etkileri ile ilişkilendirilebilmektedir. Oral bulgular COVID-19’un erken dönem teşhisi açısından kritiktir. COVID-19 ile ilişkili oral bulgu ve semptomların diş hekimleri tarafından teşhisi, hastalığın erken tanısının yanı sıra yayılımını da engellemek adına önemlidir.
COVID-19 is a contagious infectious disease caused by severe acute respiratory syndrome coronavirus 2 (SARS-CoV-2). COVID-19, declared as a pandemic disease by the World Health Organization, has become a major public health problem all over the world in a short time. Virus is mainly transmitted by droplets and contact. In this review article, oral findings that can be seen in COVID-19 disease were evaluated with current studies. Taste alteration, aphthous-like lesions, oral ulcers, herpetiform ulcers, angular cheilitis, necrotizing gingivitis, and erythema multiforme-like lesions have been reported in limited case reports. The relationship between COVID-19 and its oral manifestations can be associated with the direct or indirect effect of SARS-CoV-2 on oral mucosal cells, opportunistic infections, immunosupression, and side effects of drugs used for treatment. Oral findings are critical for the early diagnosis of COVID-19.Diagnosis of the oral signs and symptoms associated with COVID-19 by dentists is important in order to prevent the spread of the disease as well as early diagnosis.

OLGU RAPORU
14.
Farklı Yöntemlerle Yapılan Beyazlatma Tedavileri - Olgu Raporu
Bleaching Treatments Using Different Methods - Case Reportoral and dental health
Cansu Dağdelen Ahısha, Mine Betül Üçtaşlı
doi: 10.5505/yeditepe.2023.05658  Sayfalar 75 - 79
Güzel bir gülümseme günümüzde herkesin arzusudur. Gülümsemeyi güzel gösteren sadece dişin mükemmel şekil, boyut ve renk uyumu değil, aynı zamanda sağlıklı diş ve diş etidir. Özellikle anterior dişlerde meydana gelen diş renklenmeleri hastayı oldukça rahatsız eder. Vital beyazlatma tekniğinde düşük ve yüksek konsantrasyonda beyazlatıcı jeller kullanılır. Kullanılan ürünler aktif madde olarak genellikle karbamid peroksit ya da hidrojen peroksit içermektedirler.
OLGU 1
Estetik problemler nedeni ile kliniğimize başvuran 24 yaşında erkek hastada yapılan klinik muayene sonucunda özellikle ön bölgede diş taşı varlığı tespit edildi. 11,12,13,14,21,22,23,24 numaralı dişlerine periodontal tedaviyi takiben vital beyazlatma tedavisi uygulandı.
OLGU 2
28 yaşındaki kadın hasta üst keser dişlerinden ve üst sol yan keser dişindeki renklenmelerden şikâyet ile kliniğimize başvurdu. 11,21,22 numaralı dişlerine devital beyazlatma tedavisi uygulandı.
A beautiful smile is the desire of everyone nowadays. The perfect shape, size and color match of the tooth makes a smile look beautiful, but also healthy teeth and gums are needed. Tooth discoloration, especially in anterior teeth, disturbs the patient. In the vital whitening technique, low and high concentration whitening gels were used. The products used generally contain carbamide peroxide or hydrogen peroxide as an active ingredient.
CASE 1
24-year-old male patient applied to our clinic due to aesthetic problems and especially in the anterior region presence of calculus was detected at the clinical examination. After periodontal treatment, vital whitening treatment was applied to teeth 11,12,13,14,21,22,23,24.
CASE 2
28-year-old female patient applied to our clinic with complaints of discoloration in upper incisors and her upper left lateral incisor. Devital whitening treatment was applied to teeth 11,21,22.

LookUs & Online Makale